Articles
- GÖRÜNTÜDEKİ O "AN"
- ALBERTO GIACOMETTI ve FRANCIS BACON’IN FİGÜR YORUMLARINDAKİ BAKIŞLARIN BAŞKALAŞIMI
- RENE MAGRİTTE’NİN ‘SAHTE AYNA’ ESERİNDEKİ BAKIŞIN BAKIŞI
- KERRY JAMES MARSHALL’IN ‘DE STYLE’ ESERİNDEKİ SİYAH İMGELERİN GÖZLERİ
- SANATTA SINIR VAR
MIDIR? SOPHİE CALLE’ NİN OTEL ÇALIŞMASI ÜZERİNDEN BİR
DEĞERLENDİRME
- İMGENİN BAKIŞI
------------------------------------------------
To cite this article: Altaş, Ş. (2020). Görüntüdeki O "An". Akdeniz Sanat Dergisi, (14) 26, 169-181
Link: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1017245
GÖRÜNTÜDEKİ
O “AN”
Şemsi
Altaş[1]
Öz:
“An”, zaman dizgesi
içerisindeki en kısa aralıktır. Var olan zaman akışının dondurulmuş halidir.
Fotoğraf ise zamanın dondurulmuş halini yüzeye hapseden görünümdür. Akış
halindeki zamanın bütününden koparılmış olan “an’lar”, fotoğrafın yüzeyinde
kendisine yer bulmaktadır. Bu noktadan baktığımızda Nicéphore Niepce (1765 – 1833), Etienne-Jules
Marey (1830–1904) ile Charles Fremont (1855–1930), Anton Giulio Bragaglia, Nir
Arieli (1986 - ), Wolfgang Tillmans (1968 - ) gibi bazı fotoğraf sanatçıları
zamanın akışını belirli bir “an’da” dondurmuşlardır. Özellikle Nicéphore Niepce, Etienne-Jules
Marey - Charles Fremont ve Anton Giulio Bragaglia’nın zaman ve hareket
kavramlarını ön plana çıkarması, Yves Klein, Nir Arieli ve Wolfgang
Tillmans’ın ise akış halindeki zaman kavramına
gerilim ve tekrar katmaları nedeniyle makalede yer verilmiştir. Ayrıca
söz konusu sanatçılar fotoğraflarında uzatılmış zamanlar yaratarak imgenin
hareket olgusunu yansıtmışlardır.
Bu çalışma akan zamanın
süreçsel kaydı ile “an’ın” kaydını ortaya koyması nedeniyle önemlidir. Bu
nedenle söz konusu sanatçıların görüntüdeki o “an’ları” çözümlenmiştir. Bu
çözümlemeler akış halindeki zamanın belirli bir aralığı üzerine yapılmıştır. Ayrıca
görüntüdeki o “an’a” ilişkin sanatsal ve felsefi noktalardan değerlendirmeler yapılmıştır. Konuyu
desteklemesi açısından hem geçmişten hem de günümüzden örnekler verilerek
yazıya tarihsel bir zenginlik katılmıştır. Tüm bunları ışığında bakıldığında söz konusu sanatçıların fotoğraflarında akan
zamanın kaydı içerisindeki “an” kavramı ön plana çıkmakta ve makaledeki temel
tartışmayı oluşturmaktadır. Bu temel tartışma imgenin hareketi içerisindeki o
“an’ın” özüne inmeye imkân sağlamış, bunun yanı sıra imgeyi biçimsel bir olguya
indirmek mümkün hale gelmiştir. Bu biçimsellik görüntüdeki o “an’ın” hikâyesini
oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Fotoğraf,
An, Görüntü, Hareket, Zaman
THAT “İNSTANT” İN THE İMAGE
Şemsi
Altaş[2]
Abstract:
“İnstant” is the shortest interval in a time string. It's a frozen version
of the existing time flow. The photo is the look that imprisons the frozen
version of time on the surface. The “instant”, detached from the whole of
the flowing time, find their place on the surface of the photograph. Looking from this point, some photographers such as
Nicéphore Niepce (1765 - 1833), Etienne-Jules Marey (1830–1904) and Charles
Fremont (1855–1930), Anton Giulio Bragaglia, Nir Arieli (1986 -), Wolfgang
Tillmans (1968 -) they freeze the flow of time at a certain “instant”.
Especially Nicéphore Niepce, Etienne-Jules Marey - Charles Fremont and Anton
Giulio Bragaglia featured the concepts of time and motion, and Yves Klein, Nir
Arieli and Wolfgang Tillmans add tension and repetition to the concept of
flowing time. In addition, the artists in question reflected the movement
phenomenon of the image by creating extended times in their photographs.
This study is important because it shows the process record of the flowing
time and the “instant”. Therefore, those “instant” of the artists in the image
were resolved. These analyzes were made on a certain interval of time in flow.
In addition, evaluations were made from artistic and philosophical points
related to the “instant” in the image. In terms of supporting the subject,
historical richness was added to the article by giving examples from both the
past and the present. In the light of all this, the concept of the “instant” in
the recording of the time flowing in the photographs of these artists comes to
the fore and constitutes the main discussion in the article. This fundamental
discussion has allowed to descend to the essence of that “instant” within the
movement of the image, and besides, it has become possible to reduce the image
to a formal phenomenon. This formality constitutes the story of that “instant” in
the image.
Keywords: Photography, İnstant,
Image, Motion, Time
1.
GİRİŞ:
Fotoğraftan
önce yüzey üzerindeki her yaratıcı eylem, zihinde dondurulmuş olan “an’ların”
yansıması sonucu meydana gelmekteydi. Hatta mağara döneminden beridir yaratıcı
kişiliğe sahip insanlar zihinlerinde saklamış oldukları “an’ları”
imgeleştirmişlerdir. Sanatçıların zihinlerinde yer alan imgeler farklı zaman
aralıklarının kalıntısıdır. Bu noktada Sartre’ın da bahsettiği gibi zihin,
üretilen imgeleri zaman içerisinde birer birer toplamaktadır (2009, s.52). Toplanmış
olan imgeler yaratıcı sürecin sonunda yüzeyde görünür hale gelmektedir. Aslında
bu durum zihnin fotoğrafik yönünü vurgulamaktadır. Fakat buna karşın sanatçı,
zihninde dış gerçekliğin belirli bir “an’ını” olduğu gibi sabitleyebilmesi
mümkün değildir. Kaldı ki Bergson da değişimin içimizde sürekli ve kesintisiz
olarak var olduğunu, bu nedenle ‘ben’ denilen şeyin durmadan değiştiğinden
bahsetmiştir (1992, 146). Bu nedenden dolayı zihnin tamamen fotoğrafik görüntü
kaydedemez. İşte bu noktada fotoğraf denilen kavramın ortaya çıkmasından sonra “an”
kavramını farklı bir boyuta taşınmış ve belirli bir “an’ı” yüzeyde olduğu gibi
yakalayabilmek mümkün hale gelmiştir. Bunun en büyük nedeni fotoğrafın “an’ı” o
zaman dilimi içerisinde zapt etmesi ve görüntüyü kalıcı olarak görünür hale
getirmesidir. Böylece fotoğraf, görüntüdeki o “an’a” yeni bir zaman aralığı
açmış hatta bu sayede onu yeni bir boyuta taşımıştır.
Fotoğrafın keşfi bilinen birçok tekniğin zaman içerisinde
birleşmesi sonucu meydana gelmiştir. Karanlık kutu (camera obscura) adıyla
anılan fotoğraf tekniği, çok eski tarihlerden beridir bilinen bir yöntemdir.
Özellikle Rönesans sanatçıları dış gerçekliği daha iyi çözümleyebilmek adına bu
yöntemi kullanmışlardır. Bu anlayışa bazı teknik gelişmelerin eklenmesi sonucu Nicéphore Niepce (1765 – 1833) yüzey üzerinde görüntü yakalamayı başarmıştır. “İlk
fotoğraf makinesi ise Niepce’in çalışma arkadaşı Louis Daguerre (1787-1851)
tarafından 1837’de icat edildi. Tıpkı arkadaşı gibi Daguerre de tezgâhını sanat,
bilim ve teknolojinin kesiştiği bir alanda kurmuştu. Yöntemi, gümüş nitrat sürerek
ışığa duyarlı hale getirilmiş bakır levhaların, karanlık kum içinde 15-20 dakika
kadar pozlandırıldıktan sonra cıva buharına tabi tutulmasına dayanıyordu”
(Yılmaz, 2013, s. 40). Louis Daguerre’nin bu yöntemi kullanarak Dagerreyotipi icat etmesi görüntüyü
yakalamada büyük bir kolaylık sağlamıştır. Daguerre’nin görüntüsü pozitif bir
görüntüydü ve seri bir şekilde fotoğraf çekebilmesi mümkün değildi. İngiliz
Henry Fox Talbot (1800-77) ve Frederick Scott Archer (1813-57) seri bir şekilde
fotoğraf çekebilmeye imkân tanıyan teknikler geliştirmişlerdir. Tüm bunların
yanı sıra Eadweard Muybridge (1830-1904) ise diğer sanatçılar gibi fotoğraf
üzerine denemeler yapmıştır. Bu denemelerden en dikkat çekeni hayvanların ve
insanların hareketli görüntüsünü yakaladığı fotoğraflardır. Söz konusu devinim
fotoğraflarının sanatçı tarafından çekilmesi ise tamamen tesadüf eseri
gerçekleşmiştir. “1872’de Kaliforniya valisi ile bir dostu arasında, atın
koşarken dört ayağının da toprakla temasının kesilip kesilmediği konusunda bir
tartışma çıkmıştı. Meraklarını gidermek için fotoğraf alanındaki araştırmalarıyla
tanınan Muybridge’i yardıma çağırdılar. Sanatçı, bir hipodromda atın koşacağı
yol boyunca 12 fotoğraf makinesi dizdi ve hareketin her “an” değişen seri
görüntülerini çekmeyi başardı” (Yılmaz, 2013, s. 51). Aynı yıllarda Etienne
Jules Marey de (1830-1904) hareketli fotoğraflar çekmiş ve kronofotoğraf
(ardışık fotoğraf) yöntemini geliştirmiştir. Bu yöntem kendisinden sonra gelen
birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur.
Fotoğraf
alanındaki söz konusu gelişmeler özellikle resim sanatındaki büyük anlatı geleneğinin
sorgulanmasına, aynı zamanda fotoğrafın sanat olup olmadığı konusunu tartışmaya
açmıştır. Bu tartışmanın temel noktası ise fotoğrafın yaratıcı olan kısmının
nerede olduğuyla ilgiliydi. Walter Benjamin bu konuya ilişkin şöyle demiştir; “Fotoğraf
kendini bir Sander’in, bir Germaine Krull’ın, bir Blossfeldt’in sağladığı
bağların dışına çıkardığında, kendini fizyognomik, siyasal, bilimsel
çıkarlardan soyutladığında -işte o zaman ‘yaratıcı’ hale gelir. Nesnel olanı
yakalama kaygısı basitçe bir yan yana durmaya dönüşür; devreye fotoğraf
sanatçısının rolü çıkar. Mekanik olanı fetheden ruh, hayattaki benzerliğe yeni
bir yorum katar” (2013, s.34). Dolayısıyla fotoğraf, gerçekliğe yeni bir yorum
kattığı “an” yaratıcılık kazanmakta ve sanat haline gelmektedir.
Nicéphore Niepce, Etienne-Jules
Marey (1830–1904) ile Charles Fremont (1855–1930), Anton Giulio Bragaglia, Yves
Klein (1928 – 1962), Nir Arieli (1986 -
) ve Wolfgang Tillmans (1968 - ) gibi sanatçılar zamanın akışını fotoğrafları
sayesinde dondurmuşlardır. Özellikle Nicéphore
Niepce’in yüzey üzerinde “an’ı” yakalayan ilk sanatçılardan biri olması, Etienne-Jules Marey ile Charles Fremont ve Anton Giulio
Bragaglia’nın fotoğraflarında özellikle zaman ve “an” kavramlarını ön plana
çıkarması, Yves Klein’in fotoğraftaki hareket olgusuna gerilim katması, Nir
Arieli ve Wolfgang Tillmans’ın ise kendini tekrar eden “an’ın” ritmini
yakalaması nedeniyle makalede yer verilmiştir. Söz konusu sanatçılarının çalışmalarında
zamanın akışı belirli bir “an” içerisinde sabit kalmıştır. İmgelerin
hareketleri fotoğrafın yüzeyine yayılmıştır. Fotoğraf yüzeyi ise “an’ın” öncesi
ve sonrasına ilişkin bilinmezlikleri barındırmaktadır.
2.
ÇALIŞMANIN ÖNEMİ
Bu
çalışma, akış halindeki zamanın süreçsel kaydı ile “an’ın” kaydını ortaya
koyması nedeniyle önemlidir. Ayrıca söz konusu bu durumu literatüre
kazandırması nedeniyle de ayrı bir öneme sahiptir. Bu önem doğrultusunda Nicéphore Niepce, Etienne-Jules
Marey ile Charles Fremont, Anton Giulio Bragaglia, Yves Klein, Nir Arieli ve Wolfgang
Tillmans gibi sanatçıların fotoğrafları sanatsal ve felsefi bağlamlarda
incelenerek literatüre zenginlik katılmıştır. Sanatçıların görüntüdeki o “an’ları”
üzerinden zaman ve hareket kavramları çözümlenmiştir.
3.
ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ
Bu çalışma nitel araştırma modelinde betimsel biçimde
tespitlerin yapıldığı bir çalışmadır. Çalışmada belirlenmiş olan konu
kapsamındaki kaynaklara ulaşılmış ve konuyu destekleyen farklı sanatçıların
eserlerine yer verilmiştir. Ayrıca değinilen sanatçılarla ilgili ilişkiler de
ortaya koyularak gerekli görsel içerikler ile zenginleştirilmiştir. Tüm bunlara
ek olarak kaynak incelemelerinin doğrultusunda konu ile ilgili tespitlerde
bulunulmuştur.
4. BULGULAR VE TARTIŞMA
Görüntüdeki o “an”, yakalanmış olan zamanın
kaydıdır. Akış halindeki zaman diliminin dondurulmasıdır. Zamanın süreçsel
kaydı esnasında oluşan uzatılmış zamanlar ise imgenin hareket olgusunu ortaya
koymaktadır. Özellikle bu noktadan baktığımızda Etienne-Jules
Marey ile Charles Fremont, Anton Giulio Bragaglia, Nir
Arieli ve Wolfgang Tillmans gibi sanatçılar fotoğraflarında uzatılmış zamanlar
yaratarak hareket duygusunu ön plana çıkarmışlardır. Dolayısıyla söz konusu
sanatçıların fotoğraflarında zaman ve hareket kavramları ön plana çıkmakta ve
temel tartışmayı oluşturmaktadır. Çalışmanın diğer alt başlığında ise bu temel
tartışmaya ilişkin farklı bulgular ve yorumlar ortaya koyulacaktır.
5. GÖRÜNTÜDEKİ HAREKETİN “AN’I”
Tarih
boyunca resim sanatı farklı “an’ların” sahnelenmesiyle doludur. Birbirinden
farklı konulara sahip olan resimler kendi döneminin “an’ını” gösteren
yüzeylerdir. Goya’nın 3 Mayıs 1808 ya
da Delacroix’nın Halka Yol Gösteren
Özgürlük resimleri sanatçıların kendi dönemlerindeki “an’ı” gösteren
örneklerdendir. Kuşkusuz resim sanatında “an’ı” gösteren sayısız örnek vardır.
Fakat özellikle Goya’nın 3 Mayıs 1808 eseri
tarihsel açıdan sancılı bir geçiş döneminin tanığıdır. “Resim, Goya’nın konuya yoğun duyarlığını ve sanatçının
yaşadığı ortamdan kişisel etkilenimini de yansıtır. Her sanatçı gibi Goya da bu
yapıt aracılığıyla çağına tanıklık etmiştir. Bu tanıklığa sanatçının bireysel
duygularının da katılımıyla şiddet olgusunun daha dramatik bir şekilde yapıta
yansıdığı görülmektedir” (Ötgün, 2008, s.93). Goya, böyle bir “an’ın” kaydını gerçekleştirmiş,
bizi o zaman aralığının tanığı haline getirmiştir. Üstelik sanatçı, bu durumu
fotoğraf kavramının ortaya çıkmasından önce gerçekleştirmiştir. Fakat fotografik
görüntünün ortaya çıkmasıyla birlikte “an” kavramı daha farklı yorumlanır hale gelmiştir.
“An’ın” kendisine ait bir hikâyesi ortaya çıkmıştır. Dondurulmuş olan o “an”,
imgeyi hareketiyle birlikte yüzeye sabitlemiştir. Yüzeyde sabitlenmiş olan
imge, kendisine yeni bir nesnel alan açmıştır. Çünkü fotoğraf, aynı zaman
dilimi içerisinde aynı görüntüyü asla tekrarlayamayacaktır. “Fotoğraf’ın neyin
artık olmadığını söylemesi gerekmez; o yalnız ve kesin olarak neyin olmuş
olduğunu söyler” (Barthes, 1996, s. 81). Dolayısıyla fotoğraf görüntüsü geçmiş
olan “an’dan” geriye kalandır. Geçmişin kırıntısı, belirli bir enstantanenin
kalıntısıdır. Bu durum fotoğrafın ontolojik varlığını yani orada olmasa da bir
zamanlar orada olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Özellikle bu noktada fotoğrafın
ontolojisine ilişkin tekrar Barthes’ten alıntılayacak olursak; “Fotoğraf'ın
sonsuza dek kopyaladığı şey aslında yalnız bir kez olmuştur. Var oluş açısından
asla yinelenemeyecek olanı, mekanik olarak yineler fotoğraf. Onda olay hiçbir
şey uğruna aşılmaz: gereksinme duyduğum bütünü görmekte olduğum bedene geri
götürür o her zaman…” (Barthes, 1996, s.18). Dolayısıyla fotoğraf, zamanın
belirli bir bölümünü zapt etmekte ve tekrarlanamayacak olanı anımsatmaktadır.
Bu durum Herakleitos’un güneş sadece her gün yeni olmakla kalmaz, aynı zamanda
daima sürekli olarak yenidir cümlesini de hatırlatmaktadır (2016, s.133). Hem
Barthes hem de Herakleitos akış halindeki zamanın geri gelemeyecek olan kısmına
atıfta bulunmaktadır. Geri gelemeyecek olan zamanın tutulabilir tek kısmı ise
görüntüdeki o “an’dır”.
Fotoğraf,
görüntüdeki hareketin “an’ına” sahip olmak, onu ele geçirmektir. Zaman
diziliminden onu koparıp almaktır. Zaman her ne kadar ardışık ve akış halindeki
bir süreç olsa da fotoğraf sayesinde onu çekip çıkarmak bu anlamda mümkündür.
Hatta Deleuze’un da bahsettiği gibi, dış dünyaya özgü olan zaman ‘homojen
zaman’dır, bu nedenle eşit aralıklara bölmek mümkündür. Buna göre, zamandaki
her “an”, düz bir çizgi üzerindeki homojen noktalara indirgenebilir ve zaman
birbiriyle bağlantısız noktaların toplamı olarak düşünülebilir (2006, s. 26).
Belki de bu nedenle zamanın bütününden koparılmış olan “an’lar”, tek bir
gerçeklik alanı sunmaktadır. Bu noktada fotoğrafın söz konusu gerçeklik alanı
ile ilgili olarak Berger ise, fotoğrafın zamanı enlemesine kestiğinden ve o “an’da”
gelişmekte olan olayların kesitini açığa çıkardığından bahsetmiştir. Aynı
zamanda zamanın enlemesine kesilmesi sonucu görüntüdeki anlamın belirsiz hale
geldiğinden ve izleyicinin donmuş görünümlere tahmini bir geçmiş ve gelecek
atfettiğini söylemiştir (Berger, 2011, s.113,114). Yani fotoğraf, zamanı
enlemesine keserek görüntüdeki anlamı başkalaştırmaktadır. Nicéphore Niepce, Pencereden Görünüş isimli fotoğrafıyla ilk kez bu durumu
gerçekleştirmiştir. Pencereden Görünüş,
zamanın yüzey üzerinde kesintiye uğramasıdır. Hatta öncesi ve sonrası olmayan
donmuş bir görüntüdür. Görüntüdeki donmuşluk dış gerçekliğin belirli bir düzlem
üzerinde sabitlenmesine neden olmuştur. Asla yinelenemeyecek olan görüntüdeki o
“an”, yüzeyin silinmez parçası haline gelmiştir.
Tarihin farklı dönemlerinde doğal görüntüyü yakalamak adına
Camera Obscura (Karanlık Oda) tekniği kullanılmıştır. Hatta Camera Obscura
tekniği Rönesans döneminde daha fazla geliştirilerek tercih edilmiştir. Fakat Nicéphore
Niepce, tüm bunların dışında ilk kez doğal bir görüntüyü yüzeye kopyalamıştır.
O “an’ı” temsil eden yeni bir temsiliyet alanı açmıştır. Bu temsiliyet tıpkı
Sayın’ın da bahsettiği gibi, geçmişle geleceği
o “an’da” buluşturan bir zamana açılırken, aynı zamanda düşlerin zamansızlığına
götürmektedir. Artık gönderme yapılacak bir kaynaktan fışkırmaz imgeler, kaynağın
etkisi sürse bile kendisi ırakta kalmıştır. (2013, s. 112). Louis Daguerre ise Dagerreyotipi isimli yöntemi geliştirerek görüntü kalitesini daha ileri
seviyeye çıkarmıştır. Daha sonra gelişen tekniklerle birlikte Henry
Fox Talbot’un seri bir şekilde fotoğraf çekmeye başlamış, Eadweard Muybridge
ise 1878 yılında hareketli görüntüyü
yakalamayı başarmıştır. Tüm bunlar sayesinde fotoğraf,
seri bir şekilde görüntü üreten makine haline gelmiştir. Tabi bu noktada Etienne
Jules Marey saniyede 12 fotoğraf çeken bir makine yapması önemlidir. Marey,
kronofotoğraf diye bilinen yöntemi geliştirmiştir.[3]
Şekil 1. Nicéphore Niepce (1765 –
1833), Pencereden Görünüş, 1826, Kalay Plaka Üzerine, Gernsheim
Koleksiyonu, Kaynak: http://bit.do/fEXvE (Erişim Tarihi: 22.02.2020).
Doğal görüntüdeki hareket silsilesini yakalayarak zamanı daha
fazla dilimlere ayırma düşüncesi Etienne Jules Marey’in sıklıkla kullandığı bir
yöntemdi. Bu bağlamda bakıldığında Etienne Jules Marey ile Charles Fremont’un 1894 yılında çekmiş
oldukları kronofotoğraf görüntüsünde hareket halindeki iki figür görünmektedir. Fotoğraftaki
demirciler tek bir fotoğraf plakasında hareketli pozlarıyla sabitlenmişlerdir.
Figürlerin kendi içerisindeki mücadelesi, birbirini takip eden zaman sırasının
birleşmesiyle meydana gelmiştir. “Bu ufalanışın zamansal
atom diyebileceğimiz birimi an olacaktır ve an, kendi formu içinde
öncelik ya da sonralık taşımaksızın, belirli bazı anlardan önce ve daha
başka anlardan da sonra gelecektir. An bölünemez olan ve zamana bağlı
olmayandır, çünkü zamansallık ardışıklıktır; ama dünya sonsuz bir anlar tozanı
halinde çöker …” (Sartre, 2011, s. 201) Dolayısıyla zaman belirli bir sıraya
bağlı olarak zincirleme hareket ederken, “an” ise belirli bir önceliğe ya da
sonralığa bağlı olmayan zamanın belirli bir bölümünden çekip çıkarılmış olan
parçacıktır. “An’ın” kendi formu
içerisindeki uzunluğu pozlama süresinin uzamasıyla
alakalıdır. Zamansal bir yavaşlama ya da uzatma söz konusu değildir. “Buradaki uzunluğun ölçütü zaman
değil, anlamın yaygınlaşmasıdır. Böyle bir yaygınlaşma fotoğrafın
süreksizliğini avantaj haline getirerek elde edilir. Anlatı kesilir. Yine de
aynı süreksizlik, bir dizi anlık görünümü koruyarak, bizim bunları baştan sona
okuyabilmemize ve eşzamanlı bir tutarlılık bulabilmemize fırsat tanır” (Berger,
2015, s.115). Bu durum bir dizi “an’lık” görünümlere ortak olmamızı
sağlamaktadır. Çünkü “an” zamansal bir parçadır ve belirli bir hız içerisinde
akmaktadır. Bu bağlamda tıpkı Hart Crane’nın dediği gibi; “Her şeyin kökünde hız vardır; saliselik bir görüntü (fotoğraf
makinesiyle) öyle kesin bir şekilde yakalanır ki, fotoğraftaki hareket sonsuza
değin kalıcılaşır ve o an ebedileşir” (Akt. Sontag, 2008, s.79). Hareketli
görüntünün yakalanması esnasında ise birbirini takip eden “an’lar” yüzeyde
kalıcı hale gelmekte ve pozlama süresinin uzunluğuyla alakalı olarak ardışık
görüntüler oluşturmaktadır. Söz konusu bu
ardışık görüntüler yumağı aynı zamanda bir muğlaklık yaratmaktadır. Muğlaklık,
hareketin yaratmış olduğu akışın bir sonucudur. Akış kavramı ise zamansal bir
harekettir. Bu durumu Bergson’un bakış açısından yola çıkarak farklı bir
şekilde dile getiren Sütçü, zaman kavramı ile ele aldığımız ‘süre’nin özü
bağlamında sonsuz bir akış olduğunu, gerçek olanın bize görünen enstantane
fotoğraflar ya da kesik kesik algı durumları değil, sonsuz akış ve değişimin
kendisi olduğunu söylemiştir (Sütçü, 2005, s. 26). Fakat Etienne Jules Marey akışkanlığı ve değişimi bir
süreliğine yüzeye hapsederek görüntünün özüne ilişkin bir takım ihtimalleri
ortaya koymuştur. Her ne kadar zamansal olarak baktığımızda akış kavramı
bölünmez olsa da akmakta olan doğal gerçekliği yüzeye sabitleyerek parçalara
ayırmak o “an’ın” özüne inmeye imkân sağlamaktadır.
Şekil 2. Etienne-Jules Marey (1830–1904), Charles Fremont (1855–1930)
Chronophotograph, 1894,
Cam negatifinden jelatin gümüş baskı, 16.3 x 20.2
cm, Jedermann Koleksiyonu, Kaynak: http://bit.do/fEXC7 (Erişim (Tarihi: 15.03.2020).
Şekil 3. Anton Giulio Bragaglia (1890–1960), Pozisyon Değişikliği,
1911, Jelatin Gümüş Baskı, 12,8x17,9 cm, Gilman Koleksiyonu, Kaynak: http://bit.do/fEYqK (Erişim Tarihi: 15.03.2020).
Doğal
gerçekliğe ait hareketli görüntüyü belirli bir akış halinde yakalama düşüncesi
Fütürist sanatçılara da ilham kaynağı olmuştur. Fütüristler, kameranın mekanik
gözünü kullanarak, doğal görüntüyü çok farklı bir şekillerde yakalamışlardır.
Bu noktada Fütürist fotoğraf sanatçısı Anton Giulio
Bragaglia’nın Pozisyon Değişikliği
isimli fotoğrafı önemlidir. Sanatçı, fotoğrafında mekânsal anlamda dış gerçekliği,
zamansal anlamda ise akmakta olan zamanı bize yansıtmıştır. Peki, zamansal
bağlamda baktığımızda şimdiki “an” tam olarak nerede başlamakta ve bitmektedir?
Söz konusu bu sorunsalı Bergson da şu şekilde sormakta ve cevaplamaktadır;
“Şimdiki anı düşündüğümde ideal olarak belirlediğim matematik noktanın ötesinde
midir, berisinde midir? Hem ötesinde hem berisinde olduğu çok açıktır ve benim
‘şimdiki zamanım’ diye adlandıracağım şey, hem geçmişimin hem de geleceğimin
sınırlarını ihlal eder. Öncelikle geçmişimi ihlal eder, çünkü ‘konuştuğum an, daha
konuşurken benden uzaklaşmıştır’; sonra da geleceğimi ihlal eder, çünkü bu an
geleceğe yöneliktir …” (2015, s. 103,104). Bu açıdan baktığımızda da Anton
Giulio Bragaglia’nın Pozisyon Değişikliği
isimli fotoğrafı hem geçmişin hem de geleceğin arasında kalmış olan bir şimdiki
zamanın görüntüsüdür. Burada bahsedilen şimdiki zamanın görüntüsünden
kastedilen nedir? “Şimdiki zamanım, özü gereği,
duyusal-devimseldir. Algının akışkan bir kütlede gerçekleştirdiği bir ‘kesittir’. Bu kesit ‘maddi dünya’nın ta
kendisidir. Geçmişimden kopuk, kesinlikle
belirlenmiş bir şeydir” (Sartre, 2009, s. 54). Bu nedenle fotoğraf, bize dayattığı görüntü itibariyle hala
devingen bir şekilde hareket etmekte ve şimdiki zamana ait olduğunu
göstermektedir. Çünkü bulunduğu mekân içerisinde zaman hala akmakta ve söz
konusu “an’ını” delmektedir. Benzer anlayış, Umberto Bocciono ve Arturo Bragaglia’nın çekmiş olduğu
fotoğraflarda da görmek mümkündür.
Fütürist sanatçıların fotoğrafları
akmakta olan bir enstantane durumudur. Bu enstantaneye ilişkin olarak Dixon,
fütürist sanatçıların, tam
bir insan hareketinin hareketsiz başlangıç ve bitiş konumlarını net bir
şekilde yakaladıklarından, ancak aradaki hareketi bulanıklaştırmak için negatifi
birkaç saniye pozlandıklarından bahsetmiştir. Böylece zamansal hareket, fotoğrafın
alanı boyunca yakalanmış, izlenmiş ve bedenler sıvılaşmış gibi görünmüştür
(Dixon, 2003). Dolayısıyla fotoğraftaki dinamizm, sıvılaşmış figürlerin ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Anton Giulio
Bragaglia’nın Pozisyon Değişikliği
isimli fotoğrafı tam olarak bu durumu bize göstermektedir. Fotoğraftaki figürün
hareketi, başlangıç ve bitiş pozisyonları arasında erimiş gibidir. Hatta bu
durum yüzey üzerinde ışığın yazısını oluşturmaktadır. “Photos” ve “graphes” kelimeleri yani ışığın yazısı dediğimiz şey tam olarak
budur zaten.
Doğal görüntüyü yakalamak her dönem ve her
sanatçı için farklılık göstermiştir. Her ne kadar çoğu fotoğraf sanatçısı için “an”
kavramı temel sorunsallardan biri olsa da bazı sanatçılar için çok daha fazla
önemlidir. Özellikle Henri Cartier-Bresson, fotoğraflarında “an” kavramına yeni
bir bakış açısı getirmiştir. Etienne Jules
Marey, Anton Giulio Bragaglia gibi fotoğraf sanatçılarından farklı
olarak, durağan doğal görüntü içerisindeki “an’ın” peşinden gitmiştir, Henri
Cartier-Bresson. Başka bir açıdan bakacak olursak Bresson, söz konusu “an’ının”
iz sürücüsüdür. “Cartier-Bresson için fotoğraflanan an,
ansaldır, saniyenin binde biridir ve Bresson, o anın peşinden sanki bir
hayvanın izini sürüyormuşçasına koşar” (Berger, 2011, s.61). Aslında sanatçı
için tüm mesele doğal görüntüdeki belirleyici “an’ı” yakalamaktır. “An’ın” ne
öncesi ne de sonrası, tam olarak belirleyici “an’da” görüntüyü yakalamak.
Belirleyici “an”, zamansal bir olgu değil biçimsel bir olgudur. Sanatçının
bilinçli bir şekilde “an’ı” yakalama becerisidir. James Estrin ise “belirleyici an” kavramı ile
ilgili olarak, bir durumun daha büyük gerçeğini ortaya çıkaran bir saniye
olduğundan bahsetmiştir (Estrin, 2016). Tabi burada önemli olan o saniyeyi en
uygun halde sabitlemektir. Dolayısıyla söz konusu durum doğal görüntüdeki en önemli
noktadır. Yaşanmakta olanın başlangıç ve bitiş “an’ıdır”. Tekrar yakalanması
mümkün olmayan bir zaman aralığıdır. Lincoln Kirstein ve Beaumont Newhall’a
göre ise Cartier Bresson böyle bir zaman aralığını, çoğunlukla içgüdüsel reaksiyon
göstererek yakalamıştır. (1947, s.14). Sanatçının 1932 tarihinde çekmiş olduğu Fransa isimli fotoğrafı tam olarak bu
durumu göstermektedir. Durağan sahne içerisinde gitmekte olan bisiklet,
kendi akışını yaratmıştır. Fotoğraftaki belirleyici “an” ise bisikletin orada,
o saniyede, o şekilde yakalanmış olmasıdır.
Şekil 4. Henri Cartier-Bresson (1908–2004), Fransa, 1932, Jelatin
Gümüş Baskı, 19,6x29,1 cm, Kaynak: http://bit.do/fEYxY (Erişim Tarihi: 20.03.2020).
Cartier-Bresson,
görüntüdeki o “an’ın” ne öncesine ne de sonrasına ihtiyaç duymamış ve sahneyi
tam olarak o noktada dondurmuştur. Tıpkı Yves Klein’in Boşluğa Doğru Atlamak isimli performans fotoğrafında yaptığı gibi.
Fakat Klein, Cartier-Bresson’dan farklı olarak hem fotomontajı devreye sokmuş
hem de görüntüdeki o “an’da” kendisini boşluğa doğru bırakmıştır. Kuşkusuz her
iki sanatçı için “an’ı” yakalamak çok farklı amaçlar taşımaktaydı. Fakat her
iki sanatçı açısından hangi amaç ve yöntemler söz konusu olursa olsun
görünmekte olan görüntü izleyicisine yeni ihtimaller ortaya çıkarmıştır.
Örneğin; bu bağlamda baktığımızda, Yves Klein’in Boşluğa Doğru Atlamak isimli performans fotoğrafıyla izleyicisine
büyük bir gerilim yaratmıştır. Fotoğraftaki gerilim, görüntüdeki o “an’ın”
sonrasında yaşanacak olana ilişkindir. Benzer durumu Nir Arieli’nin Gerilim serisi içerisinde çekmiş olduğu
fotoğraflarında da hissetmek mümkündür. Yves Klein’den farklı olarak Nir
Arieli, “an’ın” içerisindeki figürün gerilimini yüzeye sabitlemiştir. Nir
Arieli, figürün “an” içerisindeki söz konusu gerilimini farklı fotoğraf
katmanlarını bir araya getirerek oluşturmuştur. Bu durum uzatılmış bir zaman
aralığını ortaya çıkarmıştır.
Şekil 5. Nir Arieli (1986 - ),
Gerilim Serisi / Austin Goodwin, 2011, Fotoğraf, 40x50 cm, Kaynak: http://bit.do/fEYA9
(Erişim Tarihi: 20.03.2020).
Şekil 6. Yves Klein (1928 – 1962), Boşluğa Doğru Atlamak, 1960, Performans
Fotoğrafı, 35,2 x 27,6 cm,
Fotoğraf: Harry Shunk ve Janos Kender, Kaynak: http://bit.do/fEYD9 (Erişim Tarihi: 20.03.2020).
Nir
Arieli’nin Gerilim serisi fotoğrafları seçilmiş bir mekândaki, belirli “an’ların”
görüntüsüdür. Figürlerin içinde bulunduğu gerilim, kendi hareket yelpazesini
oluşturmaktadır. Hareket yelpazesinin meydana getirdiği görüntüdeki o “an’lar”,
bir bulunuş halidir. “Pek çok insana göre ‘bulunuş’ bilincin
(‘bilinen’in) bir taşrasıdır. Nasıl ki geçmişte neler olup bittiğinden emin
olamıyorsak, gelecekte neler olacağından ve şimdi başka yerde neler olup
bittiğinden de emin olamayız; ama ‘bulunuş’a ilişkin bilgimizden kesinliğinden
burada ve şimdi emin olabiliriz –bu anlamda, ‘bulunuş’ o an deneyimlediğimiz
algısal dünyanın ta kendisidir” (Sarup, 2017, s.55). Arieli, farklı fotoğraf
katmanları kullanarak figürde o “an” deneyimlediği ‘bulunuş’ hallerini
yakalamıştır. Üst üste yerleştirilmiş olan görüntüler, farklı rastlantıları
ortaya çıkarmıştır. Görüntüdeki o “an”, tesadüflerin kombinasyonudur. Fakat
buradaki tesadüfler, bilinçli bir eylemin yarattığı hareketin sonucudur.
Fotoğraftaki figürün bilinçli eylemi belirli bir sistematiğin tekrarıdır. Zaten
Arieli’nin amacı da tam olarak sistematik tekrar içerisindeki edimi
yakalamaktır. Batur’un da bahsettiği gibi, “Deleuze haklıdır: Fark ve tekrar
her edimin vazgeçilmez iki kutbudur” (2016, s.127). Arieli, bu iki kutbu görüntüde
maddeleştirmektedir. Arieli’nin fark ve tekrar diyalektiği Wolfgang Tillmans’ın
Yeni Aile fotoğrafını
hatırlatmaktadır. Benzer şekilde izleyici kendini tekrar edimi içerisinde
bulmaktadır.
Şekil 7. Wolfgang Tillmans (1968 -
), Yeni Aile, 2001, Kromojenik Baskı / Fotoğraf, 51x61 cm, Kaynak: http://bit.do/fEYFP
(Erişim Tarihi: 20.03.2020).
Yeni Aile
fotoğrafı, araç sileceğinin kendi içerisindeki tekrarı esnasında yakalanmış “an’lardan”
birisidir. Burada gerçekleşen “an’ın” değil, hareketin tekrarıdır. Silecek
kendi hareket aralığında gidip gelmektedir. Tekrarlanan hareket sonsuzdur fakat
tekrar içerisindeki “an” tekildir. “Süredeki her ‘an’, diğerlerinden ve kendi
kendinden doğası bakımından farklıdır ve bu yüzden asla öngörülemez. Her an
yenidir; her tekil deneyim yalnızca geçmişin bütününce belirlenmez, bu bütünü
belirler, dönüştürür, onu ‘kendi rengine boyar” (Deleuze, 2006, s.30). Öncesini
ve sonrasını bilemediğimiz yeni bir gerçeklik alanıdır söz konusu olan. Tıpkı
diğer fotoğraf sanatçılarının yarattığı gerçeklik alanı gibi. Bu gerçeklik
alanı birçok yeni ihtimale gebedir. Dolayısıyla birçok ihtimali barındıran
fakat bir o kadar da öngörülemez bir durumdur görüntüdeki o “an”.
6. SONUÇ
Fotoğraf,
belirli bir enstantanenin görüntüsüdür. Gerçeklikten koparılmış olan zaman ve
mekândır. Bu nedenle fotoğraf, belirli gerçekliğe ait kalıntıdır. Gerçekliğin
özünü barındıran, fazlalıkların atıldığı bir kalıntı. Hatta öncesini ve
sonrasını bilmediğimiz fakat kendine ait ihtimalleri her zaman barındıran canlı
bir kalıntı. Yani aslında yeni bir gerçeklik alanı. Böyle bir gerçeklik alanını
görüntüdeki o “an’da” yakalamak en büyük sorunsallardan biri olmuştur. Nicéphore Niepce’in Pencereden Görünüş isimli fotoğrafı her ne kadar pozlama süresi
uzun olsa da görüntüdeki o “an’ın” kopyasıdır. Akış
halindeki zaman ve hareket içerisindeki imgeler görüntüdeki o “an’da”
sabitlenmişlerdir. Özellikle görüntüyü yakalama tekniklerinin gelişmesiyle
birlikte söz konusu durum daha hızlı bir şekilde gerçekleşmiş ve Etienne Jules Marey, Anton
Giulio Bragaglia, Cartier-Bresson, Nir Arieli
gibi bazı fotoğraf sanatçılarının fotoğraflarına yansımıştır. Söz konusu
sanatçıların değişen dönemler içerisinde kuşkusuz birbirinden farklı amaçları
vardı fakat en büyük arzuları hareket halindeki “an’ı” görünür kılmak, “an’ın”
hikâyesini yaratmaktı. Bu amaç doğrultusunda, hareket halindeki görünen
gerçekliği tek bir “an’a” sığdırmak için sanatçılar pozlama süresini
uzatmışlardır. Uzun pozlama, görüntüdeki o “an’ı” sündürmeye imkân tanımıştır.
Sünmüş olan görüntü, belirli bir zaman aralığında uzayan görüntüdür. Ayrıca pozlama
süresinin uzaması sıvılaşmış görüntüleri ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda görüntüdeki
sınırların silikleşmesi hareket yanılsamasına neden olmuştur. Hareket
yanılsaması görüntüyü muğlaklaştırmakta, muğlaklaşan görüntü ise imgenin içinde
bulunduğu zamanı uzatmaktadır.
Etienne Jules Marey, Anton
Giulio Bragaglia, Cartier-Bresson, Nir Arieli, Yves Klein fotoğraflarında
uzatılmış zamanlar yaratarak imgenin hareketini ortaya koymuşlardır. Bunun yanı
sıra akış halindeki zamanı enlemesine keserek imgeyi biçimsel bir olguya
indirgemişlerdir. Biçimsel olgu, içeriğin yani özün yansımasıdır. Görüntüdeki
salt biçimsellik varlığın oradaki kanıtıdır. Uzatılmış zaman içerisindeki
imgenin hareketi o “an’ın” özüne inmeye olanak sağlamaktadır. Ayrıca zamanın
akışını kesen söz konusu fotoğrafçılar, belirli bir sürecin kaydını ortaya
koymaktadır. Belirli bir zaman aralığına ilişkin “an’ın” gerçekliği fotoğrafın
görünen yüzeyindedir. Görünen yüzey, zamanın geri gelmeyecek olan kesitidir.
Görüntüdeki o “an”, akış halindeki zamandan koparılmış olan “an’ın” hikâyesidir.
KAYNAKÇA
Barthes,
R. (1996). Camera Lucida Fotoğraf Üzerine
Düşünceler. (Reha Akçakaya, Çev.). İstanbul: Altıkırkbeş Yayın.
Batur,
E. (2016). Başkalaşımlar XXI-XXX. İstanbul:
Kırmızı Kedi Yayınevi.
Benjamin,
W. (2013). Fotoğrafın Kısa Tarihi –
Teknik Araçlarla Yeniden-Üretim (Çoğaltma) Çağında Sanat Eseri. (Osman
Akınhay, Çev.). İstanbul: Agora Kitaplığı
Berger,
J. (2011). O Ana Adanmış. (Yurdanur
Salman, Müge Gürsoy Sökmen, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Berger,
J. (2015). Bir Fotoğrafı Anlamak.
(Beril Eyüboğlu, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Bergson,
H. (1992). Creative Mind, An Introduction To Metaphysics. New York: Carol Publishing
Bergson, H. (2015). Madde ve Bellek. (Işık Ergüden, Çev.). Ankara: Dost Kitapevi.
Deleuze,
G. (2006). Bergsonculuk. (Hakan
Yücefer, Çev.). İstanbul: Otonom Yayıncılık.
Dixon, S. (2003). Futurism e-visited. Body, Space & Technology, 3(2). http://bit.do/ftEw4
adresine 13.02.2020 tarihinde erişilmiştir.
Estrin,
J. (2016, Eylül). Not Forgotten. New York
Times, http://bit.do/fwe9k adresine 22.02.2020 tarihinde erişilmiştir.
Herakleitos. (2016). Tanıklıklar
Fragmanlar Taktikler. (Erdal Yıldız, Güvenç Şar, Çev.). İstanbul: Dergah
Yayınları.
Kirstein, L., Newhall, B. (1947). The photographs of Henri CartierBresson.
New York: The Museum of Modern Art. http://bit.do/fwfxE adresine
22.02.2020 tarihinde erişilmiştir.
Ötgün, C. (2008). Sanatın Şiddeti ve Sınırları. Sanat ve Tasarım Dergisi. 1(1). 90-103. https://dergipark.org.tr/tr/pub/sanatvetasarim/issue/20666/220459 adresine 13.02.2020 tarihinde erişilmiştir.
Sarup, M. (2017). Post-yapısalcılık ve Postmodernizm.
(Abdülbaki Güçlü, Çev.). Ankara: Pharmakon Yayınevi.
Sartre, J., P. (2009). İmgelem. (Alp Tümertekin, Çev.).
İstanbul: İthaki Yayınları.
Sartre, J.,P. (2011). Varlık ve Hiçlik. (Turhan Ilgaz, Gaye
Çankaya Eksen, Çev.). İstanbul: İthaki Yayınları.
Sayın,
Z. (2013). İmgenin Pornografisi.
İstanbul: Metis Yayınları.
Sontag,
S. (2008). Fotoğraf Üzerine. (Osman
Akınhay, Çev.). İstanbul: Agora Kitaplığı
Sütçü,
Ö. Y. (2005). Gilles Deleuze'de İmge
Hareketi Olarak Sinemanın Felsefesi. İstanbul: Es
Yılmaz,
M. (2013). Fotoğraf Resimdir. Ankara:
Ütopya Yayınevi.
Yılmaz,
M. (2013). Modernden Postmoderne Sanat.
Ankara: Ütopya Yayınevi.
[1]
Dr. Öğretim Üyesi, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Orcid: 0000-0001-9986-8915,
semsialtas@hotmail.com
[2] Ass.
Prof. Dr,
Niğde Ömer Halisdemir University, Orcid: 0000-0001-9986-8915, semsialtas@hotmail.com
[3] “Sanatçı, bir hipodromda atın
koşacağı yol boyunca 12 fotoğraf makinası dizdi; hareketin her an değişen seri
görüntülerini çekmeyi başardı. Sonuçtan çok etkilendiği için, Muybridge bu
deneyi insan devinimlerinde uyguladı. Aynı yıllarda Fransız fizyolog Etienne
Jules Marey de insan ve hayvan bedeninin devinimlerini inceliyor, fotoğraflar
çekiyordu. Marey, Muybridge’in basında çıkan imgelerini gördükten sonra, 1882
yılında saniyede 12 fotoğraf çeken ve kamera takılmış bir tüfek geliştirdi”
(Yılmaz, 2013, s.32).
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
To cite this article: Altaş, Ş, Ötgün, C. (2020). Alberto Giacometti ve Francis Bacon’ın Figür Yorumlarındaki Bakışların Başkalaşımı. Sanat Dergisi, (35), 10-18
(Bu çalışma Şemsi ALTAŞ’ın Prof. Cebrail ÖTGÜN danışmanlığında hazırlanan “İmgenin Bakışı” isimli sanatta yeterlik tezinden üretilmiştir.)
Link: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1021031
ALBERTO GIACOMETTI ve FRANCIS BACON’IN FİGÜR YORUMLARINDAKİ BAKIŞLARIN BAŞKALAŞIMI
Öz:
Görünen gerçekliğin parçalarından yeni bir bütün oluşturma süreci modernizmle başlamıştır. Ortaya çıkan yeni bütün, başkalaşım sürecinin nihai aşamasıdır. Sanatçılar bu nihai aşamada gerçekliği farklı şekillerde algılayarak başkalaşmış figürler var etmişlerdir. Her başkalaşmış figür öznel söyleme sahiptir. Bu bağlamda tuval yüzeyinde başkalaşım yaratmış olan gerek Alberto Giacometti’nin (1901–1966), Francis Bacon’ın (1909-1992) figürleri gerekse Balthus’un (1908-2001) ve diğer birçok sanatçının figürleri yaratıcısından izler taşımaktadır. Fakat özellikle bu noktada Alberto Giacometti’nin ve Francis Bacon’ın resimlerindeki figürlerin bakışları tüm bunların ötesinde çok farklı şeyler anlatmaktadır. Giacometti ile Bacon’ın yakın arkadaş olmalarına ve çoğu zaman aynı modelleri kullanmalarına rağmen figürlerinin bakışları birbirlerinden farklı mesajlar yollamaktadır. Sanatçıların başkalaşmış figürlerinin bakışları tüm gerçekliği ile önümüzde durmaktadır. Figürlerin bakışları kimi zaman itaatkâr havada kimi zaman ise büyük bir dehşet içindedir. Figürlerin o andaki duygusu tüm çıplaklığı ile hissedilmektedir. Figür bu sayede varlığını diretmekte ve bakışlarıyla bu durumu perçinlemektedir.
Bu çalışmada, Alberto Giacometti’nin ve Francis Bacon’ın figürlerindeki bakışların olası anlam boşluklarını doldurmak amaçlanmıştır. Figürlerin bakışlarındaki bu olası anlam boşluklarını doldurmak ve literatüre kazandırmak adına bu çalışma önemlidir. Bu doğrultuda Alberto Giacometti’nin ve Francis Bacon’ın bazı resimlerindeki figürlerin bakışları felsefi ve sanatsal açıdan tanımlama yoluna gidilmiştir. Konuya ilişkin kaynaklara ulaşılmış ve bu doğrultudaki farklı sanatçıların eserleriyle olan yakın ilişkileri ortaya koyularak içerik zenginleştirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Figür, Bakış, İmge, Göz, Başkalaşım, Bacon, Giacometti
THE TRANSFORMATION OF ALBERTO GİACOMETTİ’S and FRANCIS BACON'S VIEWS ON FIGUR INTERPRETATIONS
Abstract:
The process of forming a new whole from fragments of visible reality starts with modernism. The new whole that is formed is the final stage of the transformation process. In this final stage, artists have brought transformed figures into existence by perceiving reality in different ways. Each transformed figures has a subjective means of expression. In this context Alberto Giacometti’s (1901–1966) and Francis Bacon’s (1909-1992) figures creating a transformation at the surface, or Balthus’s (1908-2001) and the figures of many other artists’ works surfacing and transforming, they all carry fragments of that reality and the figures of its creator. However, especially at this point, the figures and views of Alberto Giacometti and Francis Bacon express something beyond all of these. Although Giacometti and Bacon are close friends and often use the same models, the gazes of their figures send different messages from each other. The gaze of the transformed figures of both artists face us in all reality. The gazes toward us are sometimes compliant and sometimes terrified. The emotional state the figures are in at that moment is blatantly felt. Thus the figur insists on its existence and seals this state with its gaze.
In this study, it is aimed to fill the possible gaps in meaning in the gazes of Alberto Giacometti and Francis Bacon figures. This study is important in order to fill these possible gaps in meaning of figures and bring them to literature. In this respect, the gazes of the figures in some paintings of Alberto Giacometti and Francis Bacon were evaluated by making descriptive determinations in terms of philosophical and artistic aspects. The sources within the scope of the subject determined in the study have been reached and the close relations with the works of different artists have been revealed and the content has been enriched.
Key words: Figure, Glance, Image, Eye, Transfiguration, Bacon, Giacometti
1. Giriş:
Her yaratım biçimi sanatçıların imge dünyasının bir yansımasıdır. Yansıyan bu yeni gerçeklik alanı büyük bir dönüşümün sonrasında ortaya çıkmaktadır. Sanatçı, güzel olanı ya da ideal olanı bulmak adına başkalaşmış formlar meydana getirmektedir. Başkalaşmış formlar kendi varoluş özlerinden bir şeyleri kaybederken aynı zamanda kendisini durmadan hatırlatmaktadır. Bu durum tıpkı Kafka’nın Değişim[3] romanındaki Gregor Samsa’nın metafor olarak böceğe dönüşmesine rağmen varlığının insan olarak kalması gibidir. Gregor başkalaşmıştır, bir değişime uğramıştır fakat kendi varlığına göndermelerde bulunmaktadır. Dolayısıyla her yaratım sürecinde olduğu gibi var olan dış gerçeklik her defasında yıkılmakta, parçalara ayrılmakta ve sanatçının imge dünyasında yeni bir gerçeklik meydana gelmektedir. Sanat eseri de bunun sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Sanat eserleri her zaman farklı biçimsel kaygılarda ortaya çıkmıştır. Fakat özellikle dış gerçeklikten koparak formun dönüşmesi durumunu modernizm ile ilişkilendirmek yerinde olacaktır. Çünkü modernizm, özü gereği var olan geleneksel anlayışı yıkma düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Modernizm ile birlikte sanatçının doğaya bakışı değişmiştir. Bu değişim sanatçının formu yorumlama biçimini doğrudan etkilemiştir. Söz konusu durumun en önemli nedeni nesnenin tinsel tarafını ortaya çıkarmaktır. İsmail Tunalı, nesnenin tinsel tarafını ortaya çıkarmakla ilgili olarak ise; “Nesnelerin bu içyüzü, varlığın, evrenin derinliğidir, bu anlamda da mutlak ve değişmez olan şey, varlığın özüdür. Ama bu öz, varlığın yüzeyinde değil, tersine, varlığın derinliğinde bulunur ve bu, varlığın içyüzünü oluşturur (2013 s.146). Bu nedenle sanatçılarda modernizmle birlikte varlığın derinliğine ilişkin farklı yorumlama biçimleri ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda ortaya çıkan bu yorumlama biçimleri Yılmaz’ın bahsettiği gibi, modernist ilkeleri ihlal etme noktasına da getirmiştir. Örneğin Picasso ve Braque, bir yandan safçı modernizmi sürdürürken, diğer yandan da kesyap (kolaj) aracılığıyla alıntı estetiğine ve çoğulculuğa giden yolu açmışlardır. (Yılmaz, 2013, s.29). Böylece figür, kimi zaman kübik parçalara ayrılmış, kimi zaman ise nesnel gerçeklikten tamamıyla tecrit edilmiştir. Dolayısıyla sanatçılar nesnel gerçekliğin temel kodları ile oynamışlardır. Tüm bunların sonucunda ortaya çıkan biçimsel yapı, sanatçının öznel söylemi haline gelmiştir. Bu öznel söylem arttıkça figürlerin bakışları tanınmaz hale gelmiştir. İşte bu noktada önemli olan ve değinilecek olan konu Alberto Giacometti’nin (1901–1966) ve Francis Bacon’ın (1909-1992) resimlerindeki figürlerin başkalaşmış bakışlarıdır.
Görsel-1: Alberto Giacometti (1901–1966) ve Francis Bacon (1909-1992), 1965, Tate Müzesi, Londra
Giacometti’nin ve Bacon’ın birbirlerini çok yakından tanıyor olmaları, karşılıklı olarak eserlerini beğenmeleri, birbirlerini sanatsal anlamda etkilemeleri, kimi zaman aynı modeli kullanmaları, benzer yaşamsal kaygılar içinde olmaları ve bu kaygıları sanat eserlerinde göstermeleri iki sanatçının, bu yazıda ele alınmasının en önemli nedenlerindendir.
Tüm bunların paralelinde, Alberto Giacometti’nin ve Francis Bacon’ın resimlerindeki figürlerin bakışları izleyicisi ile iletişim kurmaktadır. Her iki sanatçının resimlerindeki gizli anlamlar, figürlerinin bakışları aracılığı ile izleyicisine ulaşmaktadır. Diğer bir deyişle, her figür kendine özgü varoluş biçimi ile izleyiciye kendini diretirken aynı zamanda bazı mesajlar yollamaktadır. Bu mesajlar ise figürlerin başkalaşmış bakışlarındadır. Dolayısıyla figürlerin bakışlarındaki mesajlara ilişkin yeni anlamlar üretmek ve olası anlam boşluklarını doldurmak amacıyla yapılan bu çalışmanın önemli bir yere sahip olduğu düşünülmektedir. Bunun yanı sıra Giacometti’nin ve Bacon’ın bazı eserleri farklı sanatsal ve felsefi bağlamlarda incelenerek konu zenginleştirilmiş, gerekli kaynaklara ulaşılmış, farklı sanatçıların eserleriyle olan farklı bağlamdaki ilişkileri ortaya konmaya çalışılmıştır. Böylece bu çalışmanın hem içerik, hem görsel açıdan kapsamlı hale getirildiği ve konuya yeni bir bakış açısı getirildiği düşünülmektedir.
2. Alberto Gıacomettı’nin Ve Francıs Bacon’ın Resimlerindeki Figürlerin Bakışları
Sanatçının imge dünyasından çıkan her şey onun kendi öznel söylemini somutlaması durumudur. Figür denilen kavram sanatçının kendisini yansıtması sonucunda oluşmakta ve sanatçının duyumsadığı şeyler ön plana çıkmaktadır. Örneğin; Alberto Giacometti (1901–1966) için önemli olan, nesnelerin dış biçimleri değil, yaşamında gerçek olarak duyumsadığı şeylerdir. Bu bağlamda Giacometti’nin de bahsettiği gibi; söz konusu olan şey, dış görünüş olarak modeline benzeyen bir figür yapmak değil, o etkinliği yaşamak ve yalnızca onu duygulandıran ya da içinde yapma isteği uyandıran şeyi gerçekleştirmektir (Giacometti, 2015, s.80). Dolayısıyla Giacometti, dış gerçekliği sadece bir araç olarak kullanmıştır. Aslında benzer şeyi Francis Bacon da (1909-1992) yapmıştır. Sanatçı öznel dünyasını figürlerinin bakışlarında gizlemiştir. Fakat Francis Bacon, Alberto Giacometti’den farklı olarak parçalara ayrılmış bir beden yaratmıştır. Berger’a göre sanatçı açısından bunun nedeni, imgeyi oluşturma sürecinde bir görme biçiminin var olması durumudur (Berger, 2008, s.10). Her sanatçının dış gerçekliğe karşı belirli bir görme alışkanlığı vardır. Bu bağlamda bakıldığında Giacometti’nin ve Bacon’ın figürleri belirli bir görme alışkanlığı sonucu tuval yüzeyinde görünür hale gelmişlerdir. Yani aslında Ponty’nin de bahsettiği gibi; ressam, dünyaya vücudunu katarak, dünyayı resme dönüştürmektedir. Bu töz dönüşümlerini anlamak için, var olan vücudu bulmak gerekmektedir (2012, s. 32).
Görsel-2: Alberto Giacometti (1901–1966) ve Francis Bacon (1909-1992) sergisi, 29 Nisan-2 Eylül 2018, Beyeler Vakfı, Basel
Giacometti’nin dış gerçeklik karşısındaki görme alışkanlığı, insan vücuduna ilişkin tinsel olanı bütünüyle yakalamaya yöneliktir. Fakat Giacometti, dış gerçeklikten yola çıkarak başkalaştırdığı figürünü bize görünür kılmasına rağmen kendi bahsettiği tinsel gerçekliği hiçbir zaman, hiçbir şekilde “yakalayamamıştır.” Söz konusu bu “yakalayamama” durumu sanatçının yaratıcılık sürecindeki mücadele biçimine ilişkindir. “Bir insan vücudu, gören ile görünür arasında, dokunan ile dokunulan arasında, bir gözle diğeri arasında, el ile el arasında bir çeşit kesişme olduğunda, hisseden -hissedilir’in kıvılcımı parladığında, sönmeyecek bu ateş yandığında –ta ki vücudun bir kazası hiçbir kazanın yapmaya yetmeyeceğini bozana kadar buradadır (Ponty, 2012, s. 35). Dolayısıyla insan vücudu, bir gerçeklik olarak sanatçının daima karşısında durmaktadır. Giacometti açısından asıl mesele bunu yakalamaktır. Sanatçı, bu mücadele biçimini şu şekilde ifade etmektedir (Giacometti, 2015, s. 204):
“Bakışı oluşturan gözün çevresidir. Gözün kendisi, her zaman soğuk ve mesafelidir. Gözü belirleyen onu içeren şeydir. Ne var ki, bu ‘ayrıntıyı’ gerçekliği içinde anlatabilmenin zorluğu, bütünü okumanın, onu anlamanın zorluğu ile aynı şeydir. Size tam karşıdan bakarsam, profilinizi unuturum. Profilinize bakacak olursam, yüzünüzü unuturum. Her şey süreksizlik kazanıyor. Olgu orada, karşımda. Bütünü yakalamayı hiçbir zaman, hiçbir biçimde başaramıyorum”.
Giacometti’nin bu mücadele biçimi, onun sonsuz detaya yönelmesine neden olmuştur. Giacometti’nin figürleri gittikçe küçülmüştür. Bu duruma ilişkin Alandete şöyle demiştir: “Parçanın genel boyutlarına bakıldığında küçük boyutlu görünen bir yontucukla, kaideden çıkan, tuhaf biçimde, ölçüsüzce büyütülmüş bir başın buluşmasında, Giacometti özellikle figürlerin incelmesiyle ve kimi zaman aşırıya kaçan ölçek ilişkileriyle ortaya konmuş uzaktan görünen dünya algısı deneyimini sürer önümüze” (Alandete, 2015). Alandete’nin bahsetmiş olduğu bu farklı dünya algısı, Giacometti’nin başkalaşmış figürlerinde çözümlenmeyi beklemektedir. Giacometti’nin figürlerindeki bu bekleyiş bir masa gibi cansızdır. Sanatçının figürlerinde canlılığın gözlemlendiği tek nokta bakışlardır. Giacometti’nin figürleri izleyiciye sadece bakmakla kalmamakta, bulunduğu gerçekliğin de ötesine geçerek bize seslenmektedir. Bu durumu, Giacometti’nin Karanlık Kafalar (Dark Heads) serisindeki figürlerin bakışlarının doğrudan bize yönelişinde hissetmek mümkündür.
Giacometti'nin Karanlık Kafalar (Dark Heads) serisine ilişkin olarak J.P. Sartre (1905-1980) resimdeki figürünün “genel” ve anonim bir adamı betimlediğinden bahsetmiştir (Akt. Anna Savitskaya, 2015, http://bit.do/eQqEW). Giacometti, modellerini aşamalı olarak soyutlamış ve aslında bu sayede anonim bir figür yaratmıştır. Giacometti’nin Karanlık Kafalar serisi içerisinde yapmış olduğu Diego (Görsel-4) eserinde sanatçının kardeşi Diego, sıradan birisi gibi karşımızdadır. Fakat Diego figürü içinde bulunduğu durumu durmadan aktaran bir güç kaynağı gibidir. Figürün bakışları izleyicinin zihninde derin bir etki bırakmaktadır. Dolayısıyla bütün gücün hâkimi Diego figürünün başkalaşmış bakışlarıdır. Bu gücün farkında olan figür özerk alanında öylece beklemektedir.
Görsel-3: Alberto Giacometti, Karanlık Kafa, (Dark Head), 1957 - 1959, Tuval üzerine Yağlıboya, 81.4 x 65 cm, Alberto ve Annette Giacometti Vakfı, Paris
Görsel-4: Alberto Giacometti, Diego, (Diego), 1959, Tuval üzerine Yağlıboya, 61 x 49 cm, Tate Müzesi, Londra
Giacometti’nin Karanlık Kafalar (Dark Heads) serisindeki figürler tuval yüzeyinin merkezinde, incecik başları ve hantal gövdeleri ile her şeye hâkimdir. Figürün kafası sağdan ve soldan sıkıştırılmıştır. Karanlık Kafa, boyun ile aynı hizada yukarı doğru bir hareket içerisindedir. İncecik karanlık kafa, küçük gözleri ile varlığını diretmektedir. Figürler yok oluşun eşiğine gelmiştir. Figürlerin bu halini Giacometti şu şekilde açıklamıştır (Giacometti, 2015, s.204):
“Ama iş bunu görülebilir kılmaya gelince, bir ‘başı’ görülebilir kılmaya gelince… yüzü gördüğümde, enseyi göremiyorum, çünkü o noktadan görüldüğünde, derinlik kavramı edinmek neredeyse olanaksızdır, enseyi gördüğümde, yüzü unutuyorum! Bir defasında kendi kendime şöyle diyordum: bir kadını canlandıracak olursam, bir kadını, çünkü geleneksel olarak en çok yapılan budur, bunu bir küp biçiminde mi canlandırmalı, uzunlamasına bir küp diyelim, bir silindir gibi, bir levha gibi, bir ip gibi? … Kimi zaman görünüşü, evet görünüşü yakalayacağımı sanıyorum ve sonra onu yeniden yitiriyorum, baştan başlamak gerekiyor”.
Bu bağlamda bakıldığında Diego figürü sonu gelmeyen bir başkalaşımın nihayete ermiş halidir. Ayrıca bu başkalaşım ile ilgili olarak Giacometti, kafaların portre olma özelliğini giderek yitirdiğini, giderek bir başka şeye yakınlaştığını ve gerçek bir kişiden daha gerçek bir nitelik kazandığını belirtmiştir (Giacometti, 2015, s.196). Giacometti’nin figürleri portre olma özelliğinden çıkıp başka bir gerçeklik alanı yaratırken, çağdaşı ve yakın arkadaşı olan Bacon da benzer bir durumu resimlerinde gerçekleştirmiştir. Francis Bacon bu konuyla ilişkili olarak, portrede benzerliği yakalamaya ve daha ötesine gitmeye çalıştıkça görüntüyü bütünüyle kaybettiğinden söz etmektedir (Sylvester’den Akt. Fineberg, 2014, s.139). Üstelik Bacon, bunu yaparken Giacometti gibi fazla renge ihtiyaç duymamıştır. Hatta Bacon, bu konuyla ilgili olarak, baş resimleri serisinde renksizliğin ve koyuluğun daha dokunaklı olduğunu söylemiştir (Sylvester, 1999, s.12). Ayrıca Giacometti’nin Karanlık Kafalar (Dark Heads) serisindeki gibi Bacon da Isabel Rawsthorne (Görsel-5) portre serisinde başı yanlardan basık şekilde resmetmiş ve bu sayede portrenin yoğunluğunu artırmıştır. Her iki sanatçının portrelerinde bu şekilde bir çarpıtma durumu söz konusudur. Fakat Bacon, Isabel Rawsthorne’un Portresi resminde figürün başını inceltmekle kalmamış figürün gözünü, burnunu, ağızını yerinden oynatarak çarpık bir portre yaratmıştır. “Gözler, içinde bulundukları durumdan, kendilerini çevreleyen şeylere boş boş bakarlar. Başlarına ne geldiğini bilmezler; acılı etkileyicilikleri bu bilmezliklerinde yatar. Yüzlerin geri kalan kısımları, kendilerine ait olmayan ifadelerle çarpıtılmış durumdadır –hatta bunlar ifade bile değildir” (Berger, 2018, s.348). Her iki sanatçı farklı tarihlerde Isabel Rawsthorne’u defalarca resmederken kuşkusuz farklı kaygılarla resimler yapmış, ruhsal yoğunluğu figürlerinde hissettirmişlerdir. Sanatçıların bazı dönemlerde aynı modelleri resmetmelerine karşın Giacometti’nin ve Bacon’ın üslupları birbirinden farklıdır. Bu durumu Ulf Küster, Bacon’ın fotoğraflardan çalışma eğilimine bağlarken, Giacometti ile ilgili olarak da sanatçının canlı modelden vazgeçmediğinin altını çizmiştir (Küster’den Akt. Dawson, 2018, http://bit.do/eREq6 ). Dolayısıyla her iki sanatçının figürlerindeki bakışların gücü birbirlerine yakın olsa da sanatçıların figürlerini yaratma biçimleri birbirlerinden farklılık göstermektedir. Çünkü Ponty’nin bahsettiği gibi, nesnelerin her biri bizim için bir tutumu simgelemekte, bir tutumu anımsatmakta, olumlu veya olumsuz tepkiler uyandırmaktadır. Bir insanın kendisini çevrelediği nesnelerden, yeğlediği renklerden, dolaşmaya gittiği yerlerden, o insanın zevki, kişiliği, dünyaya ve dışarıdaki varlıklara karşı tutumu okunmaktadır (2014, s. 30).
Görsel-5: Francis Bacon, Isabel Rawsthorne’ un Portresi (Portrait of Isabel Rawsthorne), 1966, Tuval üzerine Yağlıboya, 81 x 68 cm, Tate Müzesi, Londra
Görsel-6: Alberto Giacometti, Stüdyodaki Isabel (Isabel in the Studio), 1949, Tuval üzerine Yağlıboya, 105 x 87 cm, Orsay Müzesi, Paris
Giacometti’nin Karanlık Kafalar serisindeki Diego (Görsel-4) resmine dönecek olursak, resimdeki figür, izleyici ile arasında bir bakış koridoru oluşturmaktadır. Aslında figürün bakışındaki güç buradan gelmektedir. Dolayısıyla asıl kontrol, imgeni kendisindedir. Nitekim Sayın’ın da bahsettiği gibi, bakışın iktidarı seyircinin değil, seyirlik nesnenin elindedir. Bakışın iktidarı, dolanıma sokulan her imgede güçlü bir bicimde varlığını sürdürür (2013, s.13). Bu sayede Diego, etrafındaki her şeyi bastırmakta ve merkeze kendini koymaktadır. Berger, bakışın oluşturmuş olduğu bu koridor ile ilgili olarak: figürün etrafındaki hiçbir şeyin önemli olmadığını, koridorun sonuna ulaşmanın tek yolunun orada kımıldamadan durmak ve bakmak olduğunu söylemiştir (Berger, 1998, s.95). İşte bu noktada Diego figürü karşısında kımıldamadan durmak ve bakmak mümkündür. Bu esnada figürün bakışları zihnimize yerleşmiştir. Figürün gözleri açık bir şekilde etrafı izlemektedir. Figür, doğrudan bize bakmaktadır. Hatta Genet’a göre: “İmgenin yüzündeki bakış olanca hayatı o derece biriktirmiştir ki, yaşayacak zamanları ve yapacak bir şeyleri yoktur. Ölümün kendisi ile yüz yüze gelmiş bir ifade ile bize bakar” (Genet, 2012, s.41). Bu nedenle Diego çaresiz bir şekilde öylece beklemektedir. Aslında figür, bu bekleyişe mecbur bırakılmış gibidir.
Diego’nun bedeni siyah kafaya eklemlenmiş gibidir. Figürün bu hali tuval yüzeyine yapıştırılmış bir büstü andırmaktadır. Figürün kafası tuval yüzeyinden kendini kurtarmak için bulunduğu mekânın arka boşluğunu durmadan oymaktadır. Kafanın altından beden çekilecek olsa kafa kendi varlığına hala devam edecek gibidir. Tüm bunlara rağmen kafa güçsüz bir şekilde durmaktadır. Sanki bir vazo gibi öylece oraya bırakılmıştır. Farklı biçemlerde çizilmiş olan nesneler, Ponty’nin ifade ettiği gibi; “… gayet iyi bildiğimiz nesnelermiş gibi gözümüzün önünden akıp gitmezler, gözümüze takılırlar, bakışımızı sorgularlar, kendi gizli tözlerini, maddi varoluş biçimlerini tuhafça iletirler, gözümüzün önünde adeta ‘kanarlar” (2014, s. 59). Bu sayede resim, kendi görünümünü ortaya çıkarmaktadır. Belki de bu nedenle kafa ve gövde iki yalnızlık abidesi olarak karşımızda durmaktadır. İki ayrı yalnız parça sanki şans eseri bir araya getirilmiştir. Diego figürünün bakışı bu yalnızlığın içerisinde şaşkınlıkla etrafa bakmaktadır. Aslında asıl yalnız olan figürün başkalaşmış bakışlarıdır. Figürün bakışlarındaki yalnızlık, Giacometti’nin Köpek[4] heykelini yaparken hissettiği yalnızlık duygusunu hissettirmektedir. Tıpkı oradaki gibi figürün bakışları derin bir yalnızlık içerisindedir. Bakışlar figürün yalnızlığını ele vermektedir. Figür kendi yalnızlığı içerisinde kendisini görünür kılmaktadır.
Giacometti’nin Karanlık Kafalar (Dark Heads) serisindeki figürlerin içinde bulunduğu bu yalnızlık hissi Balthus’un (1908-2001) figürlerini hatırlatmaktadır. Figürlerdeki yalnızlık hissi her iki sanatçının resimlerinde karşılaşılan bir durumdur. Giacometti’nin ve Balthus’un aynı tarihlerde yaşaması ve dış gerçekliğe olan bakış açılarındaki bazı benzerlikler dikkat çekicidir. Aynı zamanda Giacometti’nin ve Balthus’un 1930’lu yıllarda başlayan arkadaşlıkları sayesinde her iki sanatçı sanatsal anlamda birbirlerini etkilemiştir. Sanatçıların sanatsal anlamda birbirlerini etkilemelerindeki en önemli neden figürlerinin içinde bulunduğu varoluşsal durumdur. Özellikle Balthus’un Joan Miro ve Kızı Dolores (Joan Miró and His Daughter Dolore) (Görsel-7) çalışmasındaki figürlerin bakışı bu varoluşsal durumu bize yansıtmaktadır. Figürlerin bakışları izleyicisine durmadan bakmaktadır. Benzer durumu Giacometti’nin figürlerinde de görmek mümkündür.
Görsel-7: Balthus, Joan Miro ve Kızı Dolores (Joan Miró and His Daughter Dolores), 1938, Tuval üzerine Yağlıboya, 130 x 88 cm, MoMA, New York, ABD
Giacometti’nin ve Balthus’un resimlerindeki figürler kendi varoluş dünyası içerisinde yaşamaktadır. Bu durum figürün kendisi için var olması ve kendisinden başka hiçbir şeye göndermede bulunmaması durumudur. Giacometti ve Balthus gibi Bacon da figürlerini bu amaç doğrultusunda yaratmıştır. Bu açıdan bakıldığında Bacon’ın resimlerindeki başkalaşmış figürler kendi varoluş kodlarını kendi içerisinde barındırmaktadır. Figürler kendi yaşam sınırları içerisinde yaşayan canlı bir organizmadır. Bu durumla ilgili olarak Gül, şu tespitte bulunmuştur: “Sanatçının figürü bir paralelyüz ya da yuvarlak ile tecrit etmesi figürün illüstratif ve naratif bir karakter almaması içindir. Çünkü sanatçının resimlerinin ne temsil edeceği bir model ne de anlatacağı bir hikâyesi vardır” (Gül, 2012, s.240). Bu nedenle Bacon’ın figürleri herhangi bir dış gerçekliğin temsili değil, kendi kendisinin temsilidir. Kendi kendisini temsil eden bu figürler, dış gerçekliği temsil etmediği için kimliksizdir.
Görsel-8: Francis Bacon, Oturmuş Figür (Seated Figure), 1961, Tuval üzerine Yağlı Boya, 165 x 142 cm, Tate Müzesi, Londra
Görsel-9: Henry Moore, Oturmuş Figür (Seated Figure), 1930, Mermer, h: 47 cm, Henry Moore Vakfı
Bacon’ın 1961 yılında yapmış olduğu Oturmuş Figür (Seated Figure) (Görsel-8) eserinde modelin kimliği belli değildir. Bacon, oturmuş olan figürünü başkalaştırmıştır. Francis Bacon’ın Oturmuş Figür eserindeki bu durum, Henry Moore’un Oturmuş Figür (Seated Figure) (Görsel-9) heykelini anımsatmaktadır. Tıpkı Henry Moore’un heykelindeki gibi Bacon’ın figürü de değişime uğramıştır. Kuşkusuz her iki sanatçı, farklı amaçlar doğrultusunda figürlerini yaratmışlardır. Fakat her iki figür izleyicisinin karşısına aynı amaç için dikilmiştir. Figürlerin buradaki asıl amacı, kendisinin ve izleyicisinin varlığını sorgulamaktır. Bu durum Bacon’ın yaratım sürecinin bir parçasıdır. “Bir bedenin görünümü, üzerinde yapılmakta olan istemsiz lekelerin kazasına uğrar. Bedenin çarpıtılan imgesi, seyircinin (ya da ressamın) sinir sistemine doğrudan çarpar; o da bedenin görünümünü, taşıdığı lekeler yoluyla ya da lekelerin altından yeniden keşfeder” (Berger, 2018, s.347). Bu nedenle Bacon’ın resimlerindeki figürlerin içinde bulunduğu koşulları ve karakterini yeniden keşfetmek mümkündür. Bacon’ın Oturmuş Figür eserindeki figür zarif mobilyalar arasında resmedilmiş ve kutuya benzer bir çerçeve ile sınırlandırılmıştır. Bu belirgin klostrofobik özellik tecrit duygusunun altını çizmektedir. Figür, çekilen sınır nedeniyle odanın içerisindeki diğer alanların hem içerisinde hem de dışarısındadır. Çerçeve ile sınırlandırılmış olan başkalaşmış figür, o alanın içine hapsedilmiştir. Hatta figürün sınırlanan alanın dışına çıkması yasaklanmış gibidir. Zaten figürün belirlenmiş alanın dışına çıkma gibi bir niyeti olmadığı da açıktır. Ayrıca figür, koltuğuna rahatça oturmakta ve bu durumun keyfini çıkarmaktadır. Bu halinden şikâyetçi olmayan Oturmuş Figür öylece beklemektedir. Figürün rahat duruşu Deleuze’un bakış açısıyla ilişkilendirilebilir: “Önemli olan figürü hareketsizliğe mahkûm etmiyor olmalarıdır; aksine figürün bulunduğu yer içerisinde ya da kendi üzerinde bir tür yol alışını, bir şeyler keşfetmesini duyulur kılmakla yükümlüdürler, Bu bir çalışma sahasıdır. Figürle onu tecrit eden yer arasındaki bir olguyu tanımlar: Olan şey şu..., yer alan şey şu… Bu şekilde tecrit edilmiş olan figür bir imgeye, bir ikonaya dönüşür” (Deleuze, 2009, s.13, 14). Yani aslında bu durum figürü sınırlandırmamakta, aksine başkalaşmış figüre imtiyaz sağlamaktadır. Figürün imtiyaz alanı dışındaki yerler önemsizdir. Koltuklar, yerdeki halı genel olarak donuk ve cansız alanlardır. Başkalaşmış figürün etrafını sarmış olan düz alanlar aslında imgeye güç veren parçalardır. Bacon’ın başkalaşmış figürünün Deleuze’un bahsettiği gibi ikonaya dönüşmesi bu sayede gerçekleşmiştir. Belirli bir imtiyaz alanına sahip olan başkalaşmış figürün, güçlü bakışları tüm dikkatleri üzerine toplamaktadır. Bacon’ın başkalaşmış figürü imtiyazlı alan içerisinde izleyicisini sorgulayan taraftır. Aynı zamanda Bacon’ın figürü, (sanatçısı tarafından) belirlenmiş sınırlar içinde kendisini teşhir edendir. “Teşhircilikte öznenin göz diktiği şey, ötekinde gerçekleşen şeydir. Arzunun hakiki hedefi sahnedeki kendi yerinin ötesinde zorla oraya dâhil edilen ötekidir. Teşhircilikte sadece kurbanla ilgilenilmez, ilgilenilen ona bakan bir ötekince tanımlanan kurbandır” (Lacan, 2013, s.192). Dolayısıyla Bacon’ın figürü hem varlığı hem de bakışlarıyla kendisini açıkça teşhir eden ötekidir.
Bacon’ın seyredilişe davet eden figürleri, modelinin seyirlik bir nesne olarak poz vermesinden kaynaklanmaktadır. Berger, Bacon’ın resimlerindeki figürlerin teşhir duruma ilişkin olarak, figürlerin cam sandıklarda, saf renkten oluşan geniş alanlarda yalıtılmış olmalarının figürlerin seyrediliyor olmalarını engellemediğinden bahsetmiştir (Berger, 2011, s.36). Belki de bu nedenle Bacon’ın Oturmuş Figür eserindeki figür, hem tüm dikkatleri üzerinde toplamakta, hem de izlenmekten hoşnut bir halde köşesinde beklemektedir. Özellikle figürün sağ gözünü büyüterek dikkatlice bize odaklanması önemlidir. Figürün gözündeki bu büyüme, figürün bakışlarına olan ilgimizi arttırmıştır. Benzer anlayışı Giacometti’nin Annette’i model alarak kullandığı resimlerinde ve büstlerinde de görmek mümkündür. Sanatçı, özellikle Annette serisinde bakışa yönelik ilgisini açıkça belli etmiştir. Bu bağlamda Giacometti, Annette portrelerinde göz dışındaki her şeyi silikleştirmiş ve gözü ön plana çıkarmıştır. Giacometti, bu konuya ilişkin olarak şöyle düşünmektedir: “Bir gözü azıcık da olsa –yaklaşık olarak– kopyalamayı başarırsam, tüm başı elde edecekmişim gibi geliyordu bana. Öte yandan, kuşkusuz öyleydi. Ne var ki bu kesinlikle olanaksız görünüyordu” (Guercio’dan Akt. Alandete, 2015). Aslında sanatçının bu mücadelesinden dolayı figürlerinin bakışları genellikle ön plandadır.
3. Sonuç:
Sanatçıların zihinlerinde yer alan imgeler belirli bir yorumlama biçimi ile tuval yüzeyinde görünür hale gelmektedir. Her sanatçının doğayı yorumlama biçimi birbirinden farklıdır. Özellikle modernizmle birlikte doğayı yorumlama özgürlüğüne kavuşmuş olan bazı sanatçılar, figürü ve onun başkalaşmış bakışlarını bir dönüşümün içine sokmuşlardır. Böylece her başkalaşmış figür, sanatçının kendi öz söylemi haline gelmiştir. Giacometti, yok olmanın eşiğine getirdiği figürleriyle, Bacon ise çarpık figür yapısıyla kendi söylemlerini ortaya koymuşlardır. Her iki sanatçının birbiri ile yakın dostluğu, çoğu zaman aynı modelleri kullanmaları benzer kaygılarda resimlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Fakat her ne kadar her iki sanatçı benzer kaygılardan yola çıkmış olsalar da dış gerçekliği görme ve yorumlama biçimleri birbirlerinden farklıdır. Bu bağlamda Giacometti, dış gerçeklikten yola çıkarak oluşturmuş olduğu yeni gerçekliği izleyiciye yansıtabilmek için büyük bir mücadelenin içerisine girişmiştir. Bacon ise kimi zaman fotoğraflardan da yararlanarak başkalaştırdığı figürlerinin bakışlarını izleyicisi ile baş başa bırakmıştır. Dolayısıyla her iki sanatçı dış gerçekliğe yeni anlamlar katmışlardır. Bu doğrultuda bakıldığında, Bacon’ın bazı resimlerindeki figürler şeffaf sınırlar içerisinde var olarak imtiyazlı alanlara sahip olmuşlardır. İmtiyazlı alanda yer alan figürün böyle bir varoluş isteği yok gibidir. Fakat her şeye rağmen Bacon’ın figürleri, bakışları sayesinde izleyicisi ile iletişime geçmektedir.
Figürlerin izleyicisi ile iletişime geçme durumu, Giacometti’nin resimlerindeki figürlerde de görülmektedir. Burada hem izleyici, hem de figürler açısından karşılıklı bir sorgulama vardır. Figürlerin bakışları izleyiciyi sorgularken diğer yandan izleyici karşısındaki figür sorgulanmıştır. Bu sayede figür, kendi kendisinin farkına varmıştır. Nesneler içerisinden kendisini sıyırmış olan figürler bu sayede özgürleşmiştir. Fakat bir başka açıdan düşünüldüğünde figürler, özgürleşirken yalnızlaşmış ve var olmuşlardır. Figürler, varoluş sürecinin her aşamasını yaşamış varlıklardır.
Giacometti’nin ve Bacon’ın başkalaşmış figürlerinin bakışları her defasında olası anlamlar üretmektedir. Bu amaç doğrultusunda yazıda, Giacometti’nin ve Bacon’ın figürlerindeki bakışların olası yeni anlamları ortaya koyulmuş ve çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu çözümlemeler, her iki sanatçının dış gerçekliğe olan bakış açısını figürlerin bakışları üzerinden görebilmeyi sağlamıştır. Bu durum, sanatçıların gerçekliğe daha farklı bakış açısıyla bakabilmesine ve yorumlayabilmesine imkân sağlamıştır. Her ne kadar Giacometti’nin ve Bacon’ın dış gerçekliği resmetme yöntemi birbirinden farklı olsa da figürlerin bakışları benzer varoluş kodlarını çözmemize yardımcı olmuştur. Dolayısıyla Giacometti’nin ve Bacon’ın figürlerindeki bakışlar, olası yeni anlam boşlukları ile doldurulmuş ve resimlerdeki figürlerin bakışlarına daha farklı bakmamızı sağlamıştır.
KAYNAKÇA:
Alandete, C. (2015). Alberto Giacometti Sergi Kataloğu. ‘Alberto Giacometti. Uzaktan’. İstanbul: Pera Müzesi
Berger, J. (1998). Şiirin Saati. (Gönül Çapan, Çev.). İstanbul: Adam Yayınları.
Berger, J. (2008). Görme Biçimleri. (Yurdanur Salman, Çev.). İstanbul: Metis Yayınevi.
Berger, J. (2011). O Ana Adanmış. (Yurdanur Salman, Müge Gürsoy Sökmen, Çev.). İstanbul: Metis Yayınevi.
Berger, J. (2018). Portreler. (Beril Eyüboğlu, Çev.). İstanbul: Metis Yayınevi.
Deleuze, G. (2009). Francis Bacon Duyumsamanın Mantığı. (Can Batukan, Ece Erbay, Çev.). İstanbul: Norgunk Yayınları.
Dawson, A. (2018). Bacon And Giacometti Go Head To Head In Show At Fondation Beyeler. The Art Newspaper. http://bit.do/eREq6
Fineberg, J. (2014). 1940’tan Günümüze Sanat. (Simber Atay-Eskier, Göral Erinç Yılmaz, Çev.). İzmir: Karakalem Kitapevi Yayınları.
Genet, J. (2012). Giacometti’ nin Atölyesi. (Hür Yumer, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Giacometti, A. (2015). Yazılar. (Aykut Derman, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Gül, E. (2012). Alberto Giacometti ve Francis Bacon’ın Eserlerindeki Mekân Anlayışı. Işık Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul. (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi)
Kafka, F. (2013). Değişim. (Kamuran Şipal, Çev.). İstanbul: Cem Yayınevi.
Köse, O,. Köse, A. (2009). Bir Düşünür-Bir Kavram, Üç Resim-Bir Ressam ve Bir İmge: Kötü. Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi. 2(3). 1-20.
Lacan, J. (2013). Psikanalizin Dört Temel Kavramı. (Nilüfer Erdem, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Mehmet, Y. (2013). Modernden Postmoderne Sanat. Ankara: Ütopya Yayınevi.
Ponty, M., M. (2012). Göz ve Tin. (Ahmet Soysal, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Ponty, M., M. (2014). Algılanan Dünya. (Ömer Aygün, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Savitskaya, A. (2015). Giacometti’s Portraits are About the Interrogation of Appearance / Interviews with Paul Moorhouse. http://bit.do/eQqEW
Sayın, Z. (2013). İmgenin Pornografisi. İstanbul: Metis Yayınları.
Sylvester, D. (1999). Interviews with Francis Bacon. New York: Thames and Hudson Inc.
Tunalı, İ. (2013). Felsefenin Işığında Modern Resim. Remzi Kitapevi: İstanbul.
GÖRSEL KAYNAKLARI:
Görsel-1: Alberto Giacometti (1901–1966) ve Francis Bacon (1909-1992), 1965, Tate Müzesi, Londra, http://bit.do/eWjP7 adresinden 07.11.2019 tarihinde alınmıştır.
Görsel-2: Alberto Giacometti (1901–1966) ve Francis Bacon (1909-1992) sergisi, 29 Nisan-2 Eylül 2018, Beyeler Vakfı, Basel, http://bit.do/eWjRu adresinden 08.11.2019 tarihinde alınmıştır.
Görsel-3: Alberto Giacometti, Karanlık Kafa, (Dark Head), 1957 - 1959, Tuval üzerine Yağlıboya, 81.4 x 65 cm, Alberto ve Annette Giacometti Vakfı, Paris, http://bit.do/eWjSC adresinden 10.11.2019 tarihinde alınmıştır.
Görsel-4: Alberto Giacometti, Diego, (Diego), 1959, Tuval üzerine Yağlıboya, 61 x 49 cm, Tate Müzesi, Londra, http://bit.do/eWjSV adresinden 10.11.2019 tarihinde alınmıştır.
Görsel-5: Francis Bacon, Isabel Rawsthorne’ un Portresi (Portrait of Isabel Rawsthorne), 1966, Tuval üzerine Yağlıboya, 81 x 68 cm, Tate Müzesi, Londra, http://bit.do/eWjTm adresinden 10.11.2019 tarihinde alınmıştır.
Görsel-6: Alberto Giacometti, Stüdyodaki Isabel (Isabel in the Studio), 1949, Tuval üzerine Yağlıboya, 105 x 87 cm, Orsay Müzesi, Paris, http://bit.do/eWjTA adresinden 15.11.2019 tarihinde alınmıştır.
Görsel-7: Balthus, Joan Miro ve Kızı Dolores (Joan Miró and His Daughter Dolores), 1938, Tuval üzerine Yağlıboya, 130 x 88 cm, MoMA, New York, ABD, http://bit.do/eWjTQ adresinden 28.11.2019 tarihinde alınmıştır.
Görsel-8: Francis Bacon, Oturmuş Figür (Seated Figure), 1961, Tuval üzerine Yağlı Boya, 165 x 142 cm, Tate Müzesi, Londra, http://bit.do/eWjTY adresinden 28.11.2019 tarihinde alınmıştır.
Görsel-9: Henry Moore, Oturmuş Figür (Seated Figure), 1930, Mermer, h: 47 cm, Henry Moore Vakfı, http://bit.do/eWjUy adresinden 28.11.2019 tarihinde alınmıştır.
[1] Dr. Öğretim Üyesi, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği Bölümü
[2] Profesör, Hacettepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü
[3] Kafka, Değişim romanın başında Gregor’un içinde bulunduğu durumu şu şekilde anlatmaktadır; “Bir sabah tedirgin düşlerde uyanan Gregor Samsa, dev bir böceğe dönüşmüş buldu kendini. Bir zırh gibi sertleşmiş sırtının üzerinde yatıyor, başını biraz kaldırınca yay biçiminde katı bölmelere ayrılıp bir kümbet yapmış kahverengi karnını görüyordu; bu karnın tepesinde yorgan, her an kalkıp tümüyle yere düşmeye hazır, ancak zar zor tutunabilmekteydi. Vücudunun kalan bölümüne oranla acınacak kadar cılız bir sürü bacakçık, ne yapacaklarını şaşırmış, gözlerinin önünde aralıksız çakıp sönüyordu…” ( Kafka, 2013, s.5).
[4] “Bu ben. Bir gün sokakta kendimi böyle gördüm. Köpek olarak. Her ne kadar başta, yoksullukla yalnızlığın göstergesi olması istenmişse de, bacak eğrisinin, belkemiğinin eğrisini karşıladığı düşünülürse, bu köpek sanki uyumlu bir paraf gibi çizilmiş, ancak bu paraf en yüce yalnızlık övgüsü olmuş gene” (Genet, 2012, s.26).
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Sanat Yazıları Dergisi - 40. Sayı - 2019 Mayıs
- GÖRÜNTÜDEKİ O "AN"
- ALBERTO GIACOMETTI ve FRANCIS BACON’IN FİGÜR YORUMLARINDAKİ BAKIŞLARIN BAŞKALAŞIMI
- RENE MAGRİTTE’NİN ‘SAHTE AYNA’ ESERİNDEKİ BAKIŞIN BAKIŞI
- KERRY JAMES MARSHALL’IN ‘DE STYLE’ ESERİNDEKİ SİYAH İMGELERİN GÖZLERİ
- SANATTA SINIR VAR MIDIR? SOPHİE CALLE’ NİN OTEL ÇALIŞMASI ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME
- İMGENİN BAKIŞI
------------------------------------------------
To cite this article: Altaş, Ş. (2020). Görüntüdeki O "An". Akdeniz Sanat Dergisi, (14) 26, 169-181
Link: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1017245
GÖRÜNTÜDEKİ
O “AN”
Şemsi
Altaş[1]
Öz:
“An”, zaman dizgesi
içerisindeki en kısa aralıktır. Var olan zaman akışının dondurulmuş halidir.
Fotoğraf ise zamanın dondurulmuş halini yüzeye hapseden görünümdür. Akış
halindeki zamanın bütününden koparılmış olan “an’lar”, fotoğrafın yüzeyinde
kendisine yer bulmaktadır. Bu noktadan baktığımızda Nicéphore Niepce (1765 – 1833), Etienne-Jules
Marey (1830–1904) ile Charles Fremont (1855–1930), Anton Giulio Bragaglia, Nir
Arieli (1986 - ), Wolfgang Tillmans (1968 - ) gibi bazı fotoğraf sanatçıları
zamanın akışını belirli bir “an’da” dondurmuşlardır. Özellikle Nicéphore Niepce, Etienne-Jules
Marey - Charles Fremont ve Anton Giulio Bragaglia’nın zaman ve hareket
kavramlarını ön plana çıkarması, Yves Klein, Nir Arieli ve Wolfgang
Tillmans’ın ise akış halindeki zaman kavramına
gerilim ve tekrar katmaları nedeniyle makalede yer verilmiştir. Ayrıca
söz konusu sanatçılar fotoğraflarında uzatılmış zamanlar yaratarak imgenin
hareket olgusunu yansıtmışlardır.
Bu çalışma akan zamanın
süreçsel kaydı ile “an’ın” kaydını ortaya koyması nedeniyle önemlidir. Bu
nedenle söz konusu sanatçıların görüntüdeki o “an’ları” çözümlenmiştir. Bu
çözümlemeler akış halindeki zamanın belirli bir aralığı üzerine yapılmıştır. Ayrıca
görüntüdeki o “an’a” ilişkin sanatsal ve felsefi noktalardan değerlendirmeler yapılmıştır. Konuyu
desteklemesi açısından hem geçmişten hem de günümüzden örnekler verilerek
yazıya tarihsel bir zenginlik katılmıştır. Tüm bunları ışığında bakıldığında söz konusu sanatçıların fotoğraflarında akan
zamanın kaydı içerisindeki “an” kavramı ön plana çıkmakta ve makaledeki temel
tartışmayı oluşturmaktadır. Bu temel tartışma imgenin hareketi içerisindeki o
“an’ın” özüne inmeye imkân sağlamış, bunun yanı sıra imgeyi biçimsel bir olguya
indirmek mümkün hale gelmiştir. Bu biçimsellik görüntüdeki o “an’ın” hikâyesini
oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Fotoğraf,
An, Görüntü, Hareket, Zaman
THAT “İNSTANT” İN THE İMAGE
Şemsi
Altaş[2]
Abstract:
“İnstant” is the shortest interval in a time string. It's a frozen version
of the existing time flow. The photo is the look that imprisons the frozen
version of time on the surface. The “instant”, detached from the whole of
the flowing time, find their place on the surface of the photograph. Looking from this point, some photographers such as
Nicéphore Niepce (1765 - 1833), Etienne-Jules Marey (1830–1904) and Charles
Fremont (1855–1930), Anton Giulio Bragaglia, Nir Arieli (1986 -), Wolfgang
Tillmans (1968 -) they freeze the flow of time at a certain “instant”.
Especially Nicéphore Niepce, Etienne-Jules Marey - Charles Fremont and Anton
Giulio Bragaglia featured the concepts of time and motion, and Yves Klein, Nir
Arieli and Wolfgang Tillmans add tension and repetition to the concept of
flowing time. In addition, the artists in question reflected the movement
phenomenon of the image by creating extended times in their photographs.
This study is important because it shows the process record of the flowing
time and the “instant”. Therefore, those “instant” of the artists in the image
were resolved. These analyzes were made on a certain interval of time in flow.
In addition, evaluations were made from artistic and philosophical points
related to the “instant” in the image. In terms of supporting the subject,
historical richness was added to the article by giving examples from both the
past and the present. In the light of all this, the concept of the “instant” in
the recording of the time flowing in the photographs of these artists comes to
the fore and constitutes the main discussion in the article. This fundamental
discussion has allowed to descend to the essence of that “instant” within the
movement of the image, and besides, it has become possible to reduce the image
to a formal phenomenon. This formality constitutes the story of that “instant” in
the image.
Keywords: Photography, İnstant,
Image, Motion, Time
1. GİRİŞ:
Fotoğraftan
önce yüzey üzerindeki her yaratıcı eylem, zihinde dondurulmuş olan “an’ların”
yansıması sonucu meydana gelmekteydi. Hatta mağara döneminden beridir yaratıcı
kişiliğe sahip insanlar zihinlerinde saklamış oldukları “an’ları”
imgeleştirmişlerdir. Sanatçıların zihinlerinde yer alan imgeler farklı zaman
aralıklarının kalıntısıdır. Bu noktada Sartre’ın da bahsettiği gibi zihin,
üretilen imgeleri zaman içerisinde birer birer toplamaktadır (2009, s.52). Toplanmış
olan imgeler yaratıcı sürecin sonunda yüzeyde görünür hale gelmektedir. Aslında
bu durum zihnin fotoğrafik yönünü vurgulamaktadır. Fakat buna karşın sanatçı,
zihninde dış gerçekliğin belirli bir “an’ını” olduğu gibi sabitleyebilmesi
mümkün değildir. Kaldı ki Bergson da değişimin içimizde sürekli ve kesintisiz
olarak var olduğunu, bu nedenle ‘ben’ denilen şeyin durmadan değiştiğinden
bahsetmiştir (1992, 146). Bu nedenden dolayı zihnin tamamen fotoğrafik görüntü
kaydedemez. İşte bu noktada fotoğraf denilen kavramın ortaya çıkmasından sonra “an”
kavramını farklı bir boyuta taşınmış ve belirli bir “an’ı” yüzeyde olduğu gibi
yakalayabilmek mümkün hale gelmiştir. Bunun en büyük nedeni fotoğrafın “an’ı” o
zaman dilimi içerisinde zapt etmesi ve görüntüyü kalıcı olarak görünür hale
getirmesidir. Böylece fotoğraf, görüntüdeki o “an’a” yeni bir zaman aralığı
açmış hatta bu sayede onu yeni bir boyuta taşımıştır.
Fotoğrafın keşfi bilinen birçok tekniğin zaman içerisinde
birleşmesi sonucu meydana gelmiştir. Karanlık kutu (camera obscura) adıyla
anılan fotoğraf tekniği, çok eski tarihlerden beridir bilinen bir yöntemdir.
Özellikle Rönesans sanatçıları dış gerçekliği daha iyi çözümleyebilmek adına bu
yöntemi kullanmışlardır. Bu anlayışa bazı teknik gelişmelerin eklenmesi sonucu Nicéphore Niepce (1765 – 1833) yüzey üzerinde görüntü yakalamayı başarmıştır. “İlk
fotoğraf makinesi ise Niepce’in çalışma arkadaşı Louis Daguerre (1787-1851)
tarafından 1837’de icat edildi. Tıpkı arkadaşı gibi Daguerre de tezgâhını sanat,
bilim ve teknolojinin kesiştiği bir alanda kurmuştu. Yöntemi, gümüş nitrat sürerek
ışığa duyarlı hale getirilmiş bakır levhaların, karanlık kum içinde 15-20 dakika
kadar pozlandırıldıktan sonra cıva buharına tabi tutulmasına dayanıyordu”
(Yılmaz, 2013, s. 40). Louis Daguerre’nin bu yöntemi kullanarak Dagerreyotipi icat etmesi görüntüyü
yakalamada büyük bir kolaylık sağlamıştır. Daguerre’nin görüntüsü pozitif bir
görüntüydü ve seri bir şekilde fotoğraf çekebilmesi mümkün değildi. İngiliz
Henry Fox Talbot (1800-77) ve Frederick Scott Archer (1813-57) seri bir şekilde
fotoğraf çekebilmeye imkân tanıyan teknikler geliştirmişlerdir. Tüm bunların
yanı sıra Eadweard Muybridge (1830-1904) ise diğer sanatçılar gibi fotoğraf
üzerine denemeler yapmıştır. Bu denemelerden en dikkat çekeni hayvanların ve
insanların hareketli görüntüsünü yakaladığı fotoğraflardır. Söz konusu devinim
fotoğraflarının sanatçı tarafından çekilmesi ise tamamen tesadüf eseri
gerçekleşmiştir. “1872’de Kaliforniya valisi ile bir dostu arasında, atın
koşarken dört ayağının da toprakla temasının kesilip kesilmediği konusunda bir
tartışma çıkmıştı. Meraklarını gidermek için fotoğraf alanındaki araştırmalarıyla
tanınan Muybridge’i yardıma çağırdılar. Sanatçı, bir hipodromda atın koşacağı
yol boyunca 12 fotoğraf makinesi dizdi ve hareketin her “an” değişen seri
görüntülerini çekmeyi başardı” (Yılmaz, 2013, s. 51). Aynı yıllarda Etienne
Jules Marey de (1830-1904) hareketli fotoğraflar çekmiş ve kronofotoğraf
(ardışık fotoğraf) yöntemini geliştirmiştir. Bu yöntem kendisinden sonra gelen
birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur.
Fotoğraf
alanındaki söz konusu gelişmeler özellikle resim sanatındaki büyük anlatı geleneğinin
sorgulanmasına, aynı zamanda fotoğrafın sanat olup olmadığı konusunu tartışmaya
açmıştır. Bu tartışmanın temel noktası ise fotoğrafın yaratıcı olan kısmının
nerede olduğuyla ilgiliydi. Walter Benjamin bu konuya ilişkin şöyle demiştir; “Fotoğraf
kendini bir Sander’in, bir Germaine Krull’ın, bir Blossfeldt’in sağladığı
bağların dışına çıkardığında, kendini fizyognomik, siyasal, bilimsel
çıkarlardan soyutladığında -işte o zaman ‘yaratıcı’ hale gelir. Nesnel olanı
yakalama kaygısı basitçe bir yan yana durmaya dönüşür; devreye fotoğraf
sanatçısının rolü çıkar. Mekanik olanı fetheden ruh, hayattaki benzerliğe yeni
bir yorum katar” (2013, s.34). Dolayısıyla fotoğraf, gerçekliğe yeni bir yorum
kattığı “an” yaratıcılık kazanmakta ve sanat haline gelmektedir.
Nicéphore Niepce, Etienne-Jules Marey (1830–1904) ile Charles Fremont (1855–1930), Anton Giulio Bragaglia, Yves Klein (1928 – 1962), Nir Arieli (1986 - ) ve Wolfgang Tillmans (1968 - ) gibi sanatçılar zamanın akışını fotoğrafları sayesinde dondurmuşlardır. Özellikle Nicéphore Niepce’in yüzey üzerinde “an’ı” yakalayan ilk sanatçılardan biri olması, Etienne-Jules Marey ile Charles Fremont ve Anton Giulio Bragaglia’nın fotoğraflarında özellikle zaman ve “an” kavramlarını ön plana çıkarması, Yves Klein’in fotoğraftaki hareket olgusuna gerilim katması, Nir Arieli ve Wolfgang Tillmans’ın ise kendini tekrar eden “an’ın” ritmini yakalaması nedeniyle makalede yer verilmiştir. Söz konusu sanatçılarının çalışmalarında zamanın akışı belirli bir “an” içerisinde sabit kalmıştır. İmgelerin hareketleri fotoğrafın yüzeyine yayılmıştır. Fotoğraf yüzeyi ise “an’ın” öncesi ve sonrasına ilişkin bilinmezlikleri barındırmaktadır.
2. ÇALIŞMANIN ÖNEMİ
Bu çalışma, akış halindeki zamanın süreçsel kaydı ile “an’ın” kaydını ortaya koyması nedeniyle önemlidir. Ayrıca söz konusu bu durumu literatüre kazandırması nedeniyle de ayrı bir öneme sahiptir. Bu önem doğrultusunda Nicéphore Niepce, Etienne-Jules Marey ile Charles Fremont, Anton Giulio Bragaglia, Yves Klein, Nir Arieli ve Wolfgang Tillmans gibi sanatçıların fotoğrafları sanatsal ve felsefi bağlamlarda incelenerek literatüre zenginlik katılmıştır. Sanatçıların görüntüdeki o “an’ları” üzerinden zaman ve hareket kavramları çözümlenmiştir.
3. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ
Bu çalışma nitel araştırma modelinde betimsel biçimde tespitlerin yapıldığı bir çalışmadır. Çalışmada belirlenmiş olan konu kapsamındaki kaynaklara ulaşılmış ve konuyu destekleyen farklı sanatçıların eserlerine yer verilmiştir. Ayrıca değinilen sanatçılarla ilgili ilişkiler de ortaya koyularak gerekli görsel içerikler ile zenginleştirilmiştir. Tüm bunlara ek olarak kaynak incelemelerinin doğrultusunda konu ile ilgili tespitlerde bulunulmuştur.
4. BULGULAR VE TARTIŞMA
Görüntüdeki o “an”, yakalanmış olan zamanın kaydıdır. Akış halindeki zaman diliminin dondurulmasıdır. Zamanın süreçsel kaydı esnasında oluşan uzatılmış zamanlar ise imgenin hareket olgusunu ortaya koymaktadır. Özellikle bu noktadan baktığımızda Etienne-Jules Marey ile Charles Fremont, Anton Giulio Bragaglia, Nir Arieli ve Wolfgang Tillmans gibi sanatçılar fotoğraflarında uzatılmış zamanlar yaratarak hareket duygusunu ön plana çıkarmışlardır. Dolayısıyla söz konusu sanatçıların fotoğraflarında zaman ve hareket kavramları ön plana çıkmakta ve temel tartışmayı oluşturmaktadır. Çalışmanın diğer alt başlığında ise bu temel tartışmaya ilişkin farklı bulgular ve yorumlar ortaya koyulacaktır.
5. GÖRÜNTÜDEKİ HAREKETİN “AN’I”
Tarih
boyunca resim sanatı farklı “an’ların” sahnelenmesiyle doludur. Birbirinden
farklı konulara sahip olan resimler kendi döneminin “an’ını” gösteren
yüzeylerdir. Goya’nın 3 Mayıs 1808 ya
da Delacroix’nın Halka Yol Gösteren
Özgürlük resimleri sanatçıların kendi dönemlerindeki “an’ı” gösteren
örneklerdendir. Kuşkusuz resim sanatında “an’ı” gösteren sayısız örnek vardır.
Fakat özellikle Goya’nın 3 Mayıs 1808 eseri
tarihsel açıdan sancılı bir geçiş döneminin tanığıdır. “Resim, Goya’nın konuya yoğun duyarlığını ve sanatçının
yaşadığı ortamdan kişisel etkilenimini de yansıtır. Her sanatçı gibi Goya da bu
yapıt aracılığıyla çağına tanıklık etmiştir. Bu tanıklığa sanatçının bireysel
duygularının da katılımıyla şiddet olgusunun daha dramatik bir şekilde yapıta
yansıdığı görülmektedir” (Ötgün, 2008, s.93). Goya, böyle bir “an’ın” kaydını gerçekleştirmiş,
bizi o zaman aralığının tanığı haline getirmiştir. Üstelik sanatçı, bu durumu
fotoğraf kavramının ortaya çıkmasından önce gerçekleştirmiştir. Fakat fotografik
görüntünün ortaya çıkmasıyla birlikte “an” kavramı daha farklı yorumlanır hale gelmiştir.
“An’ın” kendisine ait bir hikâyesi ortaya çıkmıştır. Dondurulmuş olan o “an”,
imgeyi hareketiyle birlikte yüzeye sabitlemiştir. Yüzeyde sabitlenmiş olan
imge, kendisine yeni bir nesnel alan açmıştır. Çünkü fotoğraf, aynı zaman
dilimi içerisinde aynı görüntüyü asla tekrarlayamayacaktır. “Fotoğraf’ın neyin
artık olmadığını söylemesi gerekmez; o yalnız ve kesin olarak neyin olmuş
olduğunu söyler” (Barthes, 1996, s. 81). Dolayısıyla fotoğraf görüntüsü geçmiş
olan “an’dan” geriye kalandır. Geçmişin kırıntısı, belirli bir enstantanenin
kalıntısıdır. Bu durum fotoğrafın ontolojik varlığını yani orada olmasa da bir
zamanlar orada olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Özellikle bu noktada fotoğrafın
ontolojisine ilişkin tekrar Barthes’ten alıntılayacak olursak; “Fotoğraf'ın
sonsuza dek kopyaladığı şey aslında yalnız bir kez olmuştur. Var oluş açısından
asla yinelenemeyecek olanı, mekanik olarak yineler fotoğraf. Onda olay hiçbir
şey uğruna aşılmaz: gereksinme duyduğum bütünü görmekte olduğum bedene geri
götürür o her zaman…” (Barthes, 1996, s.18). Dolayısıyla fotoğraf, zamanın
belirli bir bölümünü zapt etmekte ve tekrarlanamayacak olanı anımsatmaktadır.
Bu durum Herakleitos’un güneş sadece her gün yeni olmakla kalmaz, aynı zamanda
daima sürekli olarak yenidir cümlesini de hatırlatmaktadır (2016, s.133). Hem
Barthes hem de Herakleitos akış halindeki zamanın geri gelemeyecek olan kısmına
atıfta bulunmaktadır. Geri gelemeyecek olan zamanın tutulabilir tek kısmı ise
görüntüdeki o “an’dır”.
Fotoğraf,
görüntüdeki hareketin “an’ına” sahip olmak, onu ele geçirmektir. Zaman
diziliminden onu koparıp almaktır. Zaman her ne kadar ardışık ve akış halindeki
bir süreç olsa da fotoğraf sayesinde onu çekip çıkarmak bu anlamda mümkündür.
Hatta Deleuze’un da bahsettiği gibi, dış dünyaya özgü olan zaman ‘homojen
zaman’dır, bu nedenle eşit aralıklara bölmek mümkündür. Buna göre, zamandaki
her “an”, düz bir çizgi üzerindeki homojen noktalara indirgenebilir ve zaman
birbiriyle bağlantısız noktaların toplamı olarak düşünülebilir (2006, s. 26).
Belki de bu nedenle zamanın bütününden koparılmış olan “an’lar”, tek bir
gerçeklik alanı sunmaktadır. Bu noktada fotoğrafın söz konusu gerçeklik alanı
ile ilgili olarak Berger ise, fotoğrafın zamanı enlemesine kestiğinden ve o “an’da”
gelişmekte olan olayların kesitini açığa çıkardığından bahsetmiştir. Aynı
zamanda zamanın enlemesine kesilmesi sonucu görüntüdeki anlamın belirsiz hale
geldiğinden ve izleyicinin donmuş görünümlere tahmini bir geçmiş ve gelecek
atfettiğini söylemiştir (Berger, 2011, s.113,114). Yani fotoğraf, zamanı
enlemesine keserek görüntüdeki anlamı başkalaştırmaktadır. Nicéphore Niepce, Pencereden Görünüş isimli fotoğrafıyla ilk kez bu durumu
gerçekleştirmiştir. Pencereden Görünüş,
zamanın yüzey üzerinde kesintiye uğramasıdır. Hatta öncesi ve sonrası olmayan
donmuş bir görüntüdür. Görüntüdeki donmuşluk dış gerçekliğin belirli bir düzlem
üzerinde sabitlenmesine neden olmuştur. Asla yinelenemeyecek olan görüntüdeki o
“an”, yüzeyin silinmez parçası haline gelmiştir.
Tarihin farklı dönemlerinde doğal görüntüyü yakalamak adına
Camera Obscura (Karanlık Oda) tekniği kullanılmıştır. Hatta Camera Obscura
tekniği Rönesans döneminde daha fazla geliştirilerek tercih edilmiştir. Fakat Nicéphore
Niepce, tüm bunların dışında ilk kez doğal bir görüntüyü yüzeye kopyalamıştır.
O “an’ı” temsil eden yeni bir temsiliyet alanı açmıştır. Bu temsiliyet tıpkı
Sayın’ın da bahsettiği gibi, geçmişle geleceği
o “an’da” buluşturan bir zamana açılırken, aynı zamanda düşlerin zamansızlığına
götürmektedir. Artık gönderme yapılacak bir kaynaktan fışkırmaz imgeler, kaynağın
etkisi sürse bile kendisi ırakta kalmıştır. (2013, s. 112). Louis Daguerre ise Dagerreyotipi isimli yöntemi geliştirerek görüntü kalitesini daha ileri
seviyeye çıkarmıştır. Daha sonra gelişen tekniklerle birlikte Henry
Fox Talbot’un seri bir şekilde fotoğraf çekmeye başlamış, Eadweard Muybridge
ise 1878 yılında hareketli görüntüyü
yakalamayı başarmıştır. Tüm bunlar sayesinde fotoğraf,
seri bir şekilde görüntü üreten makine haline gelmiştir. Tabi bu noktada Etienne
Jules Marey saniyede 12 fotoğraf çeken bir makine yapması önemlidir. Marey,
kronofotoğraf diye bilinen yöntemi geliştirmiştir.[3]
Şekil 1. Nicéphore Niepce (1765 –
1833), Pencereden Görünüş, 1826, Kalay Plaka Üzerine, Gernsheim
Koleksiyonu, Kaynak: http://bit.do/fEXvE (Erişim Tarihi: 22.02.2020).
Doğal görüntüdeki hareket silsilesini yakalayarak zamanı daha fazla dilimlere ayırma düşüncesi Etienne Jules Marey’in sıklıkla kullandığı bir yöntemdi. Bu bağlamda bakıldığında Etienne Jules Marey ile Charles Fremont’un 1894 yılında çekmiş oldukları kronofotoğraf görüntüsünde hareket halindeki iki figür görünmektedir. Fotoğraftaki demirciler tek bir fotoğraf plakasında hareketli pozlarıyla sabitlenmişlerdir. Figürlerin kendi içerisindeki mücadelesi, birbirini takip eden zaman sırasının birleşmesiyle meydana gelmiştir. “Bu ufalanışın zamansal atom diyebileceğimiz birimi an olacaktır ve an, kendi formu içinde öncelik ya da sonralık taşımaksızın, belirli bazı anlardan önce ve daha başka anlardan da sonra gelecektir. An bölünemez olan ve zamana bağlı olmayandır, çünkü zamansallık ardışıklıktır; ama dünya sonsuz bir anlar tozanı halinde çöker …” (Sartre, 2011, s. 201) Dolayısıyla zaman belirli bir sıraya bağlı olarak zincirleme hareket ederken, “an” ise belirli bir önceliğe ya da sonralığa bağlı olmayan zamanın belirli bir bölümünden çekip çıkarılmış olan parçacıktır. “An’ın” kendi formu içerisindeki uzunluğu pozlama süresinin uzamasıyla alakalıdır. Zamansal bir yavaşlama ya da uzatma söz konusu değildir. “Buradaki uzunluğun ölçütü zaman değil, anlamın yaygınlaşmasıdır. Böyle bir yaygınlaşma fotoğrafın süreksizliğini avantaj haline getirerek elde edilir. Anlatı kesilir. Yine de aynı süreksizlik, bir dizi anlık görünümü koruyarak, bizim bunları baştan sona okuyabilmemize ve eşzamanlı bir tutarlılık bulabilmemize fırsat tanır” (Berger, 2015, s.115). Bu durum bir dizi “an’lık” görünümlere ortak olmamızı sağlamaktadır. Çünkü “an” zamansal bir parçadır ve belirli bir hız içerisinde akmaktadır. Bu bağlamda tıpkı Hart Crane’nın dediği gibi; “Her şeyin kökünde hız vardır; saliselik bir görüntü (fotoğraf makinesiyle) öyle kesin bir şekilde yakalanır ki, fotoğraftaki hareket sonsuza değin kalıcılaşır ve o an ebedileşir” (Akt. Sontag, 2008, s.79). Hareketli görüntünün yakalanması esnasında ise birbirini takip eden “an’lar” yüzeyde kalıcı hale gelmekte ve pozlama süresinin uzunluğuyla alakalı olarak ardışık görüntüler oluşturmaktadır. Söz konusu bu ardışık görüntüler yumağı aynı zamanda bir muğlaklık yaratmaktadır. Muğlaklık, hareketin yaratmış olduğu akışın bir sonucudur. Akış kavramı ise zamansal bir harekettir. Bu durumu Bergson’un bakış açısından yola çıkarak farklı bir şekilde dile getiren Sütçü, zaman kavramı ile ele aldığımız ‘süre’nin özü bağlamında sonsuz bir akış olduğunu, gerçek olanın bize görünen enstantane fotoğraflar ya da kesik kesik algı durumları değil, sonsuz akış ve değişimin kendisi olduğunu söylemiştir (Sütçü, 2005, s. 26). Fakat Etienne Jules Marey akışkanlığı ve değişimi bir süreliğine yüzeye hapsederek görüntünün özüne ilişkin bir takım ihtimalleri ortaya koymuştur. Her ne kadar zamansal olarak baktığımızda akış kavramı bölünmez olsa da akmakta olan doğal gerçekliği yüzeye sabitleyerek parçalara ayırmak o “an’ın” özüne inmeye imkân sağlamaktadır.
Şekil 2. Etienne-Jules Marey (1830–1904), Charles Fremont (1855–1930)
Chronophotograph, 1894,
Cam negatifinden jelatin gümüş baskı, 16.3 x 20.2
cm, Jedermann Koleksiyonu, Kaynak: http://bit.do/fEXC7 (Erişim (Tarihi: 15.03.2020).
Şekil 3. Anton Giulio Bragaglia (1890–1960), Pozisyon Değişikliği,
1911, Jelatin Gümüş Baskı, 12,8x17,9 cm, Gilman Koleksiyonu, Kaynak: http://bit.do/fEYqK (Erişim Tarihi: 15.03.2020).
Doğal
gerçekliğe ait hareketli görüntüyü belirli bir akış halinde yakalama düşüncesi
Fütürist sanatçılara da ilham kaynağı olmuştur. Fütüristler, kameranın mekanik
gözünü kullanarak, doğal görüntüyü çok farklı bir şekillerde yakalamışlardır.
Bu noktada Fütürist fotoğraf sanatçısı Anton Giulio
Bragaglia’nın Pozisyon Değişikliği
isimli fotoğrafı önemlidir. Sanatçı, fotoğrafında mekânsal anlamda dış gerçekliği,
zamansal anlamda ise akmakta olan zamanı bize yansıtmıştır. Peki, zamansal
bağlamda baktığımızda şimdiki “an” tam olarak nerede başlamakta ve bitmektedir?
Söz konusu bu sorunsalı Bergson da şu şekilde sormakta ve cevaplamaktadır;
“Şimdiki anı düşündüğümde ideal olarak belirlediğim matematik noktanın ötesinde
midir, berisinde midir? Hem ötesinde hem berisinde olduğu çok açıktır ve benim
‘şimdiki zamanım’ diye adlandıracağım şey, hem geçmişimin hem de geleceğimin
sınırlarını ihlal eder. Öncelikle geçmişimi ihlal eder, çünkü ‘konuştuğum an, daha
konuşurken benden uzaklaşmıştır’; sonra da geleceğimi ihlal eder, çünkü bu an
geleceğe yöneliktir …” (2015, s. 103,104). Bu açıdan baktığımızda da Anton
Giulio Bragaglia’nın Pozisyon Değişikliği
isimli fotoğrafı hem geçmişin hem de geleceğin arasında kalmış olan bir şimdiki
zamanın görüntüsüdür. Burada bahsedilen şimdiki zamanın görüntüsünden
kastedilen nedir? “Şimdiki zamanım, özü gereği,
duyusal-devimseldir. Algının akışkan bir kütlede gerçekleştirdiği bir ‘kesittir’. Bu kesit ‘maddi dünya’nın ta
kendisidir. Geçmişimden kopuk, kesinlikle
belirlenmiş bir şeydir” (Sartre, 2009, s. 54). Bu nedenle fotoğraf, bize dayattığı görüntü itibariyle hala
devingen bir şekilde hareket etmekte ve şimdiki zamana ait olduğunu
göstermektedir. Çünkü bulunduğu mekân içerisinde zaman hala akmakta ve söz
konusu “an’ını” delmektedir. Benzer anlayış, Umberto Bocciono ve Arturo Bragaglia’nın çekmiş olduğu
fotoğraflarda da görmek mümkündür.
Fütürist sanatçıların fotoğrafları
akmakta olan bir enstantane durumudur. Bu enstantaneye ilişkin olarak Dixon,
fütürist sanatçıların, tam
bir insan hareketinin hareketsiz başlangıç ve bitiş konumlarını net bir
şekilde yakaladıklarından, ancak aradaki hareketi bulanıklaştırmak için negatifi
birkaç saniye pozlandıklarından bahsetmiştir. Böylece zamansal hareket, fotoğrafın
alanı boyunca yakalanmış, izlenmiş ve bedenler sıvılaşmış gibi görünmüştür
(Dixon, 2003). Dolayısıyla fotoğraftaki dinamizm, sıvılaşmış figürlerin ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Anton Giulio
Bragaglia’nın Pozisyon Değişikliği
isimli fotoğrafı tam olarak bu durumu bize göstermektedir. Fotoğraftaki figürün
hareketi, başlangıç ve bitiş pozisyonları arasında erimiş gibidir. Hatta bu
durum yüzey üzerinde ışığın yazısını oluşturmaktadır. “Photos” ve “graphes” kelimeleri yani ışığın yazısı dediğimiz şey tam olarak
budur zaten.
Doğal görüntüyü yakalamak her dönem ve her
sanatçı için farklılık göstermiştir. Her ne kadar çoğu fotoğraf sanatçısı için “an”
kavramı temel sorunsallardan biri olsa da bazı sanatçılar için çok daha fazla
önemlidir. Özellikle Henri Cartier-Bresson, fotoğraflarında “an” kavramına yeni
bir bakış açısı getirmiştir. Etienne Jules
Marey, Anton Giulio Bragaglia gibi fotoğraf sanatçılarından farklı
olarak, durağan doğal görüntü içerisindeki “an’ın” peşinden gitmiştir, Henri
Cartier-Bresson. Başka bir açıdan bakacak olursak Bresson, söz konusu “an’ının”
iz sürücüsüdür. “Cartier-Bresson için fotoğraflanan an,
ansaldır, saniyenin binde biridir ve Bresson, o anın peşinden sanki bir
hayvanın izini sürüyormuşçasına koşar” (Berger, 2011, s.61). Aslında sanatçı
için tüm mesele doğal görüntüdeki belirleyici “an’ı” yakalamaktır. “An’ın” ne
öncesi ne de sonrası, tam olarak belirleyici “an’da” görüntüyü yakalamak.
Belirleyici “an”, zamansal bir olgu değil biçimsel bir olgudur. Sanatçının
bilinçli bir şekilde “an’ı” yakalama becerisidir. James Estrin ise “belirleyici an” kavramı ile
ilgili olarak, bir durumun daha büyük gerçeğini ortaya çıkaran bir saniye
olduğundan bahsetmiştir (Estrin, 2016). Tabi burada önemli olan o saniyeyi en
uygun halde sabitlemektir. Dolayısıyla söz konusu durum doğal görüntüdeki en önemli
noktadır. Yaşanmakta olanın başlangıç ve bitiş “an’ıdır”. Tekrar yakalanması
mümkün olmayan bir zaman aralığıdır. Lincoln Kirstein ve Beaumont Newhall’a
göre ise Cartier Bresson böyle bir zaman aralığını, çoğunlukla içgüdüsel reaksiyon
göstererek yakalamıştır. (1947, s.14). Sanatçının 1932 tarihinde çekmiş olduğu Fransa isimli fotoğrafı tam olarak bu
durumu göstermektedir. Durağan sahne içerisinde gitmekte olan bisiklet,
kendi akışını yaratmıştır. Fotoğraftaki belirleyici “an” ise bisikletin orada,
o saniyede, o şekilde yakalanmış olmasıdır.
Şekil 4. Henri Cartier-Bresson (1908–2004), Fransa, 1932, Jelatin Gümüş Baskı, 19,6x29,1 cm, Kaynak: http://bit.do/fEYxY (Erişim Tarihi: 20.03.2020).
Cartier-Bresson,
görüntüdeki o “an’ın” ne öncesine ne de sonrasına ihtiyaç duymamış ve sahneyi
tam olarak o noktada dondurmuştur. Tıpkı Yves Klein’in Boşluğa Doğru Atlamak isimli performans fotoğrafında yaptığı gibi.
Fakat Klein, Cartier-Bresson’dan farklı olarak hem fotomontajı devreye sokmuş
hem de görüntüdeki o “an’da” kendisini boşluğa doğru bırakmıştır. Kuşkusuz her
iki sanatçı için “an’ı” yakalamak çok farklı amaçlar taşımaktaydı. Fakat her
iki sanatçı açısından hangi amaç ve yöntemler söz konusu olursa olsun
görünmekte olan görüntü izleyicisine yeni ihtimaller ortaya çıkarmıştır.
Örneğin; bu bağlamda baktığımızda, Yves Klein’in Boşluğa Doğru Atlamak isimli performans fotoğrafıyla izleyicisine
büyük bir gerilim yaratmıştır. Fotoğraftaki gerilim, görüntüdeki o “an’ın”
sonrasında yaşanacak olana ilişkindir. Benzer durumu Nir Arieli’nin Gerilim serisi içerisinde çekmiş olduğu
fotoğraflarında da hissetmek mümkündür. Yves Klein’den farklı olarak Nir
Arieli, “an’ın” içerisindeki figürün gerilimini yüzeye sabitlemiştir. Nir
Arieli, figürün “an” içerisindeki söz konusu gerilimini farklı fotoğraf
katmanlarını bir araya getirerek oluşturmuştur. Bu durum uzatılmış bir zaman
aralığını ortaya çıkarmıştır.
Şekil 5. Nir Arieli (1986 - ),
Gerilim Serisi / Austin Goodwin, 2011, Fotoğraf, 40x50 cm, Kaynak: http://bit.do/fEYA9
(Erişim Tarihi: 20.03.2020).
Şekil 6. Yves Klein (1928 – 1962), Boşluğa Doğru Atlamak, 1960, Performans
Fotoğrafı, 35,2 x 27,6 cm,
Fotoğraf: Harry Shunk ve Janos Kender, Kaynak: http://bit.do/fEYD9 (Erişim Tarihi: 20.03.2020).
Nir
Arieli’nin Gerilim serisi fotoğrafları seçilmiş bir mekândaki, belirli “an’ların”
görüntüsüdür. Figürlerin içinde bulunduğu gerilim, kendi hareket yelpazesini
oluşturmaktadır. Hareket yelpazesinin meydana getirdiği görüntüdeki o “an’lar”,
bir bulunuş halidir. “Pek çok insana göre ‘bulunuş’ bilincin
(‘bilinen’in) bir taşrasıdır. Nasıl ki geçmişte neler olup bittiğinden emin
olamıyorsak, gelecekte neler olacağından ve şimdi başka yerde neler olup
bittiğinden de emin olamayız; ama ‘bulunuş’a ilişkin bilgimizden kesinliğinden
burada ve şimdi emin olabiliriz –bu anlamda, ‘bulunuş’ o an deneyimlediğimiz
algısal dünyanın ta kendisidir” (Sarup, 2017, s.55). Arieli, farklı fotoğraf
katmanları kullanarak figürde o “an” deneyimlediği ‘bulunuş’ hallerini
yakalamıştır. Üst üste yerleştirilmiş olan görüntüler, farklı rastlantıları
ortaya çıkarmıştır. Görüntüdeki o “an”, tesadüflerin kombinasyonudur. Fakat
buradaki tesadüfler, bilinçli bir eylemin yarattığı hareketin sonucudur.
Fotoğraftaki figürün bilinçli eylemi belirli bir sistematiğin tekrarıdır. Zaten
Arieli’nin amacı da tam olarak sistematik tekrar içerisindeki edimi
yakalamaktır. Batur’un da bahsettiği gibi, “Deleuze haklıdır: Fark ve tekrar
her edimin vazgeçilmez iki kutbudur” (2016, s.127). Arieli, bu iki kutbu görüntüde
maddeleştirmektedir. Arieli’nin fark ve tekrar diyalektiği Wolfgang Tillmans’ın
Yeni Aile fotoğrafını
hatırlatmaktadır. Benzer şekilde izleyici kendini tekrar edimi içerisinde
bulmaktadır.
Şekil 7. Wolfgang Tillmans (1968 -
), Yeni Aile, 2001, Kromojenik Baskı / Fotoğraf, 51x61 cm, Kaynak: http://bit.do/fEYFP
(Erişim Tarihi: 20.03.2020).
Yeni Aile
fotoğrafı, araç sileceğinin kendi içerisindeki tekrarı esnasında yakalanmış “an’lardan”
birisidir. Burada gerçekleşen “an’ın” değil, hareketin tekrarıdır. Silecek
kendi hareket aralığında gidip gelmektedir. Tekrarlanan hareket sonsuzdur fakat
tekrar içerisindeki “an” tekildir. “Süredeki her ‘an’, diğerlerinden ve kendi
kendinden doğası bakımından farklıdır ve bu yüzden asla öngörülemez. Her an
yenidir; her tekil deneyim yalnızca geçmişin bütününce belirlenmez, bu bütünü
belirler, dönüştürür, onu ‘kendi rengine boyar” (Deleuze, 2006, s.30). Öncesini
ve sonrasını bilemediğimiz yeni bir gerçeklik alanıdır söz konusu olan. Tıpkı
diğer fotoğraf sanatçılarının yarattığı gerçeklik alanı gibi. Bu gerçeklik
alanı birçok yeni ihtimale gebedir. Dolayısıyla birçok ihtimali barındıran
fakat bir o kadar da öngörülemez bir durumdur görüntüdeki o “an”.
6. SONUÇ
Fotoğraf,
belirli bir enstantanenin görüntüsüdür. Gerçeklikten koparılmış olan zaman ve
mekândır. Bu nedenle fotoğraf, belirli gerçekliğe ait kalıntıdır. Gerçekliğin
özünü barındıran, fazlalıkların atıldığı bir kalıntı. Hatta öncesini ve
sonrasını bilmediğimiz fakat kendine ait ihtimalleri her zaman barındıran canlı
bir kalıntı. Yani aslında yeni bir gerçeklik alanı. Böyle bir gerçeklik alanını
görüntüdeki o “an’da” yakalamak en büyük sorunsallardan biri olmuştur. Nicéphore Niepce’in Pencereden Görünüş isimli fotoğrafı her ne kadar pozlama süresi
uzun olsa da görüntüdeki o “an’ın” kopyasıdır. Akış
halindeki zaman ve hareket içerisindeki imgeler görüntüdeki o “an’da”
sabitlenmişlerdir. Özellikle görüntüyü yakalama tekniklerinin gelişmesiyle
birlikte söz konusu durum daha hızlı bir şekilde gerçekleşmiş ve Etienne Jules Marey, Anton
Giulio Bragaglia, Cartier-Bresson, Nir Arieli
gibi bazı fotoğraf sanatçılarının fotoğraflarına yansımıştır. Söz konusu
sanatçıların değişen dönemler içerisinde kuşkusuz birbirinden farklı amaçları
vardı fakat en büyük arzuları hareket halindeki “an’ı” görünür kılmak, “an’ın”
hikâyesini yaratmaktı. Bu amaç doğrultusunda, hareket halindeki görünen
gerçekliği tek bir “an’a” sığdırmak için sanatçılar pozlama süresini
uzatmışlardır. Uzun pozlama, görüntüdeki o “an’ı” sündürmeye imkân tanımıştır.
Sünmüş olan görüntü, belirli bir zaman aralığında uzayan görüntüdür. Ayrıca pozlama
süresinin uzaması sıvılaşmış görüntüleri ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda görüntüdeki
sınırların silikleşmesi hareket yanılsamasına neden olmuştur. Hareket
yanılsaması görüntüyü muğlaklaştırmakta, muğlaklaşan görüntü ise imgenin içinde
bulunduğu zamanı uzatmaktadır.
Etienne Jules Marey, Anton
Giulio Bragaglia, Cartier-Bresson, Nir Arieli, Yves Klein fotoğraflarında
uzatılmış zamanlar yaratarak imgenin hareketini ortaya koymuşlardır. Bunun yanı
sıra akış halindeki zamanı enlemesine keserek imgeyi biçimsel bir olguya
indirgemişlerdir. Biçimsel olgu, içeriğin yani özün yansımasıdır. Görüntüdeki
salt biçimsellik varlığın oradaki kanıtıdır. Uzatılmış zaman içerisindeki
imgenin hareketi o “an’ın” özüne inmeye olanak sağlamaktadır. Ayrıca zamanın
akışını kesen söz konusu fotoğrafçılar, belirli bir sürecin kaydını ortaya
koymaktadır. Belirli bir zaman aralığına ilişkin “an’ın” gerçekliği fotoğrafın
görünen yüzeyindedir. Görünen yüzey, zamanın geri gelmeyecek olan kesitidir.
Görüntüdeki o “an”, akış halindeki zamandan koparılmış olan “an’ın” hikâyesidir.
KAYNAKÇA
Barthes,
R. (1996). Camera Lucida Fotoğraf Üzerine
Düşünceler. (Reha Akçakaya, Çev.). İstanbul: Altıkırkbeş Yayın.
Batur,
E. (2016). Başkalaşımlar XXI-XXX. İstanbul:
Kırmızı Kedi Yayınevi.
Benjamin,
W. (2013). Fotoğrafın Kısa Tarihi –
Teknik Araçlarla Yeniden-Üretim (Çoğaltma) Çağında Sanat Eseri. (Osman
Akınhay, Çev.). İstanbul: Agora Kitaplığı
Berger,
J. (2011). O Ana Adanmış. (Yurdanur
Salman, Müge Gürsoy Sökmen, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Berger,
J. (2015). Bir Fotoğrafı Anlamak.
(Beril Eyüboğlu, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Bergson,
H. (1992). Creative Mind, An Introduction To Metaphysics. New York: Carol Publishing
Bergson, H. (2015). Madde ve Bellek. (Işık Ergüden, Çev.). Ankara: Dost Kitapevi.
Deleuze,
G. (2006). Bergsonculuk. (Hakan
Yücefer, Çev.). İstanbul: Otonom Yayıncılık.
Dixon, S. (2003). Futurism e-visited. Body, Space & Technology, 3(2). http://bit.do/ftEw4
adresine 13.02.2020 tarihinde erişilmiştir.
Estrin,
J. (2016, Eylül). Not Forgotten. New York
Times, http://bit.do/fwe9k adresine 22.02.2020 tarihinde erişilmiştir.
Herakleitos. (2016). Tanıklıklar
Fragmanlar Taktikler. (Erdal Yıldız, Güvenç Şar, Çev.). İstanbul: Dergah
Yayınları.
Kirstein, L., Newhall, B. (1947). The photographs of Henri CartierBresson.
New York: The Museum of Modern Art. http://bit.do/fwfxE adresine
22.02.2020 tarihinde erişilmiştir.
Ötgün, C. (2008). Sanatın Şiddeti ve Sınırları. Sanat ve Tasarım Dergisi. 1(1). 90-103. https://dergipark.org.tr/tr/pub/sanatvetasarim/issue/20666/220459 adresine 13.02.2020 tarihinde erişilmiştir.
Sarup, M. (2017). Post-yapısalcılık ve Postmodernizm.
(Abdülbaki Güçlü, Çev.). Ankara: Pharmakon Yayınevi.
Sartre, J., P. (2009). İmgelem. (Alp Tümertekin, Çev.).
İstanbul: İthaki Yayınları.
Sartre, J.,P. (2011). Varlık ve Hiçlik. (Turhan Ilgaz, Gaye
Çankaya Eksen, Çev.). İstanbul: İthaki Yayınları.
Sayın,
Z. (2013). İmgenin Pornografisi.
İstanbul: Metis Yayınları.
Sontag,
S. (2008). Fotoğraf Üzerine. (Osman
Akınhay, Çev.). İstanbul: Agora Kitaplığı
Sütçü,
Ö. Y. (2005). Gilles Deleuze'de İmge
Hareketi Olarak Sinemanın Felsefesi. İstanbul: Es
Yılmaz,
M. (2013). Fotoğraf Resimdir. Ankara:
Ütopya Yayınevi.
Yılmaz,
M. (2013). Modernden Postmoderne Sanat.
Ankara: Ütopya Yayınevi.
[1] Dr. Öğretim Üyesi, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Orcid: 0000-0001-9986-8915, semsialtas@hotmail.com
[2] Ass. Prof. Dr, Niğde Ömer Halisdemir University, Orcid: 0000-0001-9986-8915, semsialtas@hotmail.com
[3] “Sanatçı, bir hipodromda atın
koşacağı yol boyunca 12 fotoğraf makinası dizdi; hareketin her an değişen seri
görüntülerini çekmeyi başardı. Sonuçtan çok etkilendiği için, Muybridge bu
deneyi insan devinimlerinde uyguladı. Aynı yıllarda Fransız fizyolog Etienne
Jules Marey de insan ve hayvan bedeninin devinimlerini inceliyor, fotoğraflar
çekiyordu. Marey, Muybridge’in basında çıkan imgelerini gördükten sonra, 1882
yılında saniyede 12 fotoğraf çeken ve kamera takılmış bir tüfek geliştirdi”
(Yılmaz, 2013, s.32).
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
To cite this article: Altaş, Ş, Ötgün, C. (2020). Alberto Giacometti ve Francis Bacon’ın Figür Yorumlarındaki Bakışların Başkalaşımı. Sanat Dergisi, (35), 10-18
(Bu çalışma Şemsi ALTAŞ’ın Prof. Cebrail ÖTGÜN danışmanlığında hazırlanan “İmgenin Bakışı” isimli sanatta yeterlik tezinden üretilmiştir.)
Link: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1021031
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Sanat Yazıları Dergisi - 40. Sayı - 2019 Mayıs
Fine Arts Dergisi - Cilt: 14 - Sayı: 3 - Temmuz 2019
Görsel-4. Kara Walker, ‘Cehenneme veya Atlanta'ya Git, Hangisi Önce gelirse’
sergisinden, 2015, Victoria Miro, Londra, İngiltere
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder